Memleketimiz gerçekten tarihi kalıntılarıyla dünyada müstesna bir yere sahip. Çünkü Ortadoğu ve Anadolu, ilk insandan beri her zaman insanların yaşadığı yerler olmuş. Bunlardan Efes (Ephesus) şehri de şimdi İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan, tarihi çok eskilere dayanan bir şehir. Ülkemizde de tarih turizmi denince akla ilk gelen yerlerden birisi ve yüz binlerce turist her sene burayı ziyaret ediyor.
Ben de uzun zamandır gitmek istediğim bu antik mekâna nihayet 4 Eylül 2018 tarihinde gittim ve bu yazımda da tamamını kendim çektiğim fotoğraflarla (Efes’teki) bu seyahatimde gezip gördüğüm yerlerden bahsetmeye çalışacağım.
Selçuk’a İzmir merkezden banliyö hattıyla ulaşım mümkün. Banliyö hattı havalimanından geçip Tepeköy durağına geliyor. Oradan da iki saatte bir kalkan Selçuk banliyösüne aktarma yapabilir veya 770 numaralı Selçuk otobüsüne binebilirsiniz. Selçuk merkezde indikten sonra otogardan kalkan Efes dolmuşlarına binip 10 dk içinde Efes’e geliniyor.
Efes şehri ilk defa MÖ 1000’li yıllarda Akdeniz kenarında bir Yunan kolonisi olarak şekillenmeye başlamış. Fakat şuan gezilen Efes şehri, surlarla muhafazaya alınarak Büyük İskender’in generallerinden Lisimahos tarafından MÖ 300’lü yıllarda kurulmuş. Sonra sırasıyla Bergama krallığı, Roma ve Doğu Roma hakimiyetlerine giren şehir, yaşanan istilalar ve depremler yüzünden MS 6.asırda terk edilmeye başlanmıştır.
Şehrin en önemli eseri kuşkusuz Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olan Artemis Tapınağı idi. İlk yapılışı MÖ 6.yüzyıla tarihlenen devasa tapınak Tanrıça Artemis’e adanmıştı ve tarih boyunca bir çok deprem ve işgal görmesi sebebiyle şuan yerinde yeller esmekte. 1869’da British Museum ekibi tarafından yapılan kazılarda 6 metre derinlerde temellerine ulaşıldı.
Efes bir liman şehriydi ve bu liman, şehrin zenginliğinde mühim bir rol oynuyordu. Liman havzası ilk olarak Bergama kralı II.Attalos (MÖ 159-138) tarafından çevrelenmiştir. Liman havzası etrafında magazin galerileri bulunmakta ve abidevi bir kapı ile limandan şehre ulaşılmaktaydı.
Bu yolun şimdiki hali ise şöyle:
Şehrin en mühim eserlerinden biri de antik kentlerin olmazsa olmazı tiyatro binası tabii ki de. Efes Büyük Tiyatrosu, Helenistik dönemde (MÖ 200 civarı) oditoryumun inşa edilmesine müsait eğimde olan Panayırdağ’ın eteklerine kurulmuştur. 150 yıl kadar sonra daha da genişletilip 20.000 insan kapasitesine ulaşmıştır. Böylelikle Dünyanın en büyük antik tiyatrolarından biri olmuştur. Sahne gösterileri, konserler, sanat ve spor müsabakalarına mekan olmuştur. Roma devri zamanında da son derece popüler olan Gladyatör dövüşleri için de kullanılmıştır. Yapı, aynı zamanda Efes halkının kullandığı mühim bir toplantı sahasıdır. Bu bağlamda, Yeni Ahit’te Aziz Paulus’un misyonerlik faaliyetlerine karşı Tiyatro’da Efes kentinin gümüş zanaatkarlarının kendisine isyanı yer almaktadır.
Efes Tiyatrosu kazı çalışmaları 19.asrın sonlarına kadar uzanır. 1800’lerin sonlarında başlanan ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yapılan kazılarda Tiyatronun tamamı harabe halde toprak altından çıkarılmıştır. 1990’lardan sonra da şimdiki haline getirilmiştir.
Tiyatronun önündeki caddeden, şehrin merkezine doğru yürümeye başlıyoruz. Bir zamanlar dip dibe taş evlerden oluşan mahallelerin yerinde şimdi harabeler var. Restorasyon çalışmaları dahilinde önemli bazı eserler ayağa kaldırılmış. Mesela tiyatronun caddeye bakan tarafındaki bir Helenistik devir çeşmesi, artık suları akmasa da eski ihtişamından bir şey kaybetmemiş.
Cadde ilerde sola ve sağa olmak üzere ikiye ayrılıyor. Sol taraf, yokuş yukarı olarak şehrin ilerisine doğru devam ederken; sağ taraf, şehir meydanı ve bazı abidevi eserler ile kamu binalarının olduğu meydana (Agora) açılıyor.
Tam yol ayrımında, sağa dönünce ihtişamlı bir bina cephesi ile karşılaşıyoruz. Kelsus Kütüphanesi olarak bilinen bu bina, Efes’teki en güzel yapılardan biri.
Kütüphane, MS 117 senesinde, Gallius Julius Aquila tarafından, içinde imparatorluğun Asya eyaletinin valisi olan babası Celcus (Kelsus) Polemaeanus’un anıt mezarı da olacak şekilde inşa edilmiş. Ana kapıdan girdikten 5-6 metre sonra eski kiliselerin apsisinde bulununan aziz mezarları gibi, kütüphanenin apsisinde yüksekçe bir kısımda lahit yer alıyor. Üstünde de Tanrıça Athena’nın heykeli var imiş o zamanlar. Şimdi ise turistlerden bazıları, mezarın üstüne çıkıp heykel kaidesinde fotoğraf çektiriyorlar.
Tomarlar, duvarlardaki oyuklarda bulunan raflarda duruyordu. Rafların arkasındaki duvarlar da çift sıra kalın taştan örülmüş ki, tomarlar sıcaktan ve nemden çabuk etkilenmesinler. İki katlı olan kütüphanenin kapasitesi yaklaşık 12.000 tomardı ve bu da onu, antik zamanlardaki en zengin kütüphanelerden biri kılıyordu.
Kütüphanenin girişinde 4 adet heykel var. Bunlar kaidelerinde sırayla Kelsus’un Hikmeti (Sofia), Bilgeliği (Episteme), Zekası (Ennoia) ve Yiğitliği (Arete) yazıyor ve bunları temsil ediyorlar.
Şunu da söylemeden geçmeyelim ki nişlerdeki bu heykeller ve sütun kemerlerindeki işlemeli geçişlerin hiçbiri orijinal değil (Tüm Efes’teki önemli parçaların hepsi de öyle). 1910’da Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yapılan kazılar neticesinde orijinal parçalar Viyana’daki Efes Müzesi’ne götürüldüler.
Burada bir tarihi eser kaçakçılığı gibi bir durum söz konusu değil çünkü zaten kazıyı yapanlar onlardı ve tüm işlemler, anlaşmalar ve izinler dahilinde yapılıyordu.
Üstte, Kelsus kütüphanesinin 5 parçadan müteşekkil kemer süslemelerinden bir örnek. Tek parçası orijinal dördü kopya, Aşağıdaki resim ise Viyana’daki Efes Müzesi’nden, bize bıraktıkları orijinal parça hariç diğer dördü orijinal.
Yine aynı şekilde, yukarıda Selçuk’taki Efes müzesinde bulunan ve antik şehirden çıkarılan en önemli eserlerden biri olan tanrıça Artemis heykelinin kopyası ve aşağıda Viyana’daki orijinali.
Yol ayrımından sola doğru devam ettiğimizde ise, etrafı abidevî çeşmeler, tapınaklar ve kamu binaları ile dolu uzun bir cadde bizi karşılıyor.
Cadde üzerindeki, İmparator Hadrianus’un (hd. 117-138) şehri ziyaretinin ardından, ona ithaf edilerek inşa edilmiş olan tapınaktan geriye kalanlar. Sonradan önüne konan öndeki dört kaidede ise, 3.asrın sonlarında hüküm sürmüş dört imparatorun heykelleri varmış. Diocletian, Maximian, Galerius ve Büyük Konstantin. Herbirinin isimleri kaidelerinde yazılı.
Tam iki tepeciğin arasında kalan yol boyunca süren bu binalar arasında en dikkate şayan olanları ise Yamaç Evler tesmiye edilen, Efes şehrinin soylularının ve ileri gelen zenginlerinin villaları. 100 sene evveline kadar yaklaşık 1500 senedir toprak altında olan bu evlerde, kazı ve tamir çalışmaları hâla sürüyor. Burayı ziyaret etmek de, ayrıca 20TL.
Yamaç evlerde çok şümullü bir ısıtma sistemi de mevcutmuş. Hamamlarda ısıtılan sudan çıkan sıcak buhar, kilden imal edilmiş borular vasıtasıyla, zemin altından ve duvarların içlerinden geçerek odaları ısıtıyormuş.
Efes harabelerinin en mühim eserlerini anlattık, elbette tüm Efes bu kadar değil ama yazının çok uzun olmaması için bu kadarla iktifa edelim.
Şimdi tekrar dolmuşa binip Selçuk’a geri döneceğiz ve orada da mutlaka görülmesi gereken birkaç yeri ziyaret edeceğiz.
Selçuk’a geldiğimizde saat öğleni biraz geçiyor biz de karnımızın acıktığını hissediyoruz. Selçuk’ta ne yiyebiliriz diye bir soru aklınıza gelirse, Selçuk Pidecisi tavsiyemizdir. Dolmuştan otogarda indikten sonra karşıya geçin ve sağa doğru 100 metre yürüyün. Pideci, sol tarafınızda kalacak. Google Haritalardan da bakabilirsiniz. Hem fiyatlar makul hem de çok lezzetli. Pidelerden sonra tatlı olarak tahinli pide yemeyi de unutmayın 🙂
Selçuk’ta ilk durağımız Aziz Yuhanna Bazilikası. Hazret-i İsa (aleyhisselam)’ın havarilerinden Yuhanna’nın ömrünün son zamanlarını, o zamanlar için büyük bir şehir ve halkının da kâhir ekseriyeti putperest olan Efes’te insanlara hak dini anlatarak geçirdiği ve vefat ettiğinde de şimdiki kabrinin olduğu tepeye defn edildiği rivayet ediliyor. Bu oldukça eski bir rivayet, öyle ki vefatından sonra üstüne bina edilen küçük kiliseden sonra 6.asırda, İstanbul’daki Ayasofya’nın da bânîsi olan İmparator Justinianus (hd. 527-565) tarafından çok büyük bir bazilika inşa edilmiş.
Özellikle 14. asırda yaşanan büyük depremler sonrası tamamen harabe haline gelmiş olan bazilika, son asırda yapılan kazılarla kısmen ayağa kaldırılmış.
Havariler Kur’ân-ı Kerimde övülürler. İsa aleyhisselam kavminin inkarıyla karşılaşıp da “Allah yolunda kim bana yardım edecek?” deyince Havariler de: “Biz Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız. Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz.” demişlerdi (Âl-i İmrân 52-53).
Buraya kadar gelmişken az ötemizde bulunan ve tarihi Bizans zamanına dayanan tarihi kaleye de uğramadan olmaz dedik ve 200 metre kadar ilerdeki kaleye doğru yola koyulduk. Bu bazilikanın ve az ötesindeki kalenin üstünde bulunduğu tepenin ismi Roma zamanında, Aziz Yuhannadan ve ona ithaf edilen incilden ötürü Ayios Theologos (Aziz Yazıcı) ünvanıyla anılırdı. Şimdi de bu ismin bozulmuş hali olarak Ayasuluk tepesi deniyor.
Kalenin ilk inşası 6.asra tarihleniyor. Aydınoğlu Beyliği ve Osmanlı zamanında kale çok defa tamir edilmiş ve faal kalmış. Evliya Çelebi de kaleyi ziyaret edip içeride aileleriyle yaşayan askerlerden bahsediyor.
Kale burçlarına çıkmak her ne kadar biraz tehlikeli olsa da, oradan göreceğiniz manzaraya değiyor. Ayaklarınızın altında, Ege Denizine doğru 10km boyunca dümdüz uzanan, içinden Büyük Menderes nehrinin kıvrıla kıvrıla geçtiği bereketli Menderes ovası. Menderes ismi Yunanca μαίανδρος (Maindros) tan bozma bir tabir ve kıvrım, dolambaç demek.
Bir sonraki durağımız 1375 senesinde, Aydınoğlu İsa Bey tarafından inşa edilmiş olan büyük cami. Bu cami de depremlerle harab olmuş iken 20.asırda büyük bir tadilat ile ayağa kaldırılmış ve şimdi ibadete açık.
Son olarak da Efes Müzesine uğrayıp seyahatimizi noktalayacağız. Burada Efes’ten çıkan onbinlerce tarihi eser teşhir ediliyor. Kıymeti yüksek bazı parçaların orijinalleri Viyana’da olsa da, burada da günlük hayata dair orijinal bir çok eser mevcut.
Efes, uzun zaman boyunca zengin bir liman şehri olduğu için binlerce yıl zarfında neredeyse her imparatora ait para bulmak mümkün.
Müze ziyareti sonrasında Belediye’nin önünden, yine 770 numaralı otobüse binerek Tepeköy’e geliyoruz ve oradan da İzmir merkeze gitmek için Halkalı metrosuna aktarma yapıp günümüzü noktalıyoruz.
İzmir’in Aydın hududunda bulunan bu şirin ilçeyi ve antik şehrini gezmek için tam 1 gün ayırmalı ve mümkünse Eylül’den sonra ziyaret edilmeli. Zira Temmuz-Ağustos’ta şiddetli sıcak oluyor. Benim gezdiğim 4 Eylül’de dahi öğlen 12-3 arası 5 dakikadan fazla güneşin altında durulamayacak kadar yakıcı bir sıcak vardı. Efes’te bazen mermerlerin arasında gölgelenip serinlemek ihtiyacı hasıl oluyor. Yanınızda da mutlaka bir kaç şişe su taşıyın zira Efes’in içinde 500ml. su 6TL’ye satılıyor 🙂
Yorum Yaz