Kelâmbaz

Tartışmalı Bir Portre: Şeyh Said

Yakın tarihimiz mayınlı arazi gibi. Tarihi hakikatlerin peşinde koşarken her an kolaylıkla basacağınız bir mayın ile kendinize ve çevrenize zarar vermeniz mümkün. Mayınları dökenler bundan menfaatlendikleri için mayın temizleme teşebbüslerini de akamete uğratıyorlar. Bu tehlikeli sahalarda top koşturmak zor olunca gerçek bilginin yerini her türlü hurafe ve propaganda dolduruyor. İşte bu mayınlı sahalardan birisi de Şeyh Said meselesi. Karşılıklı hain kahraman tartışmalarının ortasında zihnimizde uzun bir merak edilenler listesi oluşuyor: Şeyh Said hain miydi, İngilizlerden destek aldı mı, şeriat mı getirmek istedi? Kürtçü müydü? İsyan nasıl başladı ve neden başarısız oldu?

Şeyh Said isyanı geçtiğimiz aylarda yine gündem olunca konuya dair cehaletimden rahatsız olup kitap arayışına girdim. 30’ların resmi tarih anlatısını günümüze taşımak için ucuz kurgu masallar yazan Ümit Doğan’ın kitabını çok satanlar arasında görünce aramamı daha da hızlandırdım ve Bahadır Kurbanoğlu’nun “Şeyh Said, Bir Dönemin Siyasi Anatomisi” kitabıyla karşılaştım. Aldığım kitap hacimli olmasına rağmen sürükleyiciydi ve kısa sürede bitirdim. Burada hem isyanı hem de kitabı elimden geldiğince özetlemeye çalışsam da muhakkak satır aralarında kalacak çok bilgi olacak. Vakti olanların kitabı alıp okumalarını tavsiye ederim.

Bahadır Kurbanoğlu’nun eseri temel olarak Türkiye’de hakim siyasi görüşlerin bu hadiseye dair tezlerine itirazlardan oluşuyor. Bunlara ilaveten mahkeme tutanakları ve konuya dair daha önce yazılmış kitaplardan da iktibaslarla hadisenin künhüne vakıf olmaya çalışıyor. 

Kitapta tezleri üzerinden antitez inşa edilen üç kesim ise şunlar; Türk ulusalcıları, Kürt ulusalcıları ve İslamcılar.

Kürt ulusalcıları yani bugünkü Kürtçü siyasi hareketin temsilcileri Şeyh Said isyanını dini sebeplerden tamamen arındırıp sadece Kürt şuuru temeline indirgiyorlar. Türk ulusalcıları için ise Şeyh Said İngiliz destekli bölücü bir hareketten fazlası değil. Hatta İngilizlerin Musul petrollerine el koymasını da Şeyh Said isyanına bağlıyorlar. İslamcılar Şeyh Said’in planlı ve esaslı bir şekilde şeriat talebiyle isyan ettiğini iddia ediyorlar. Belki de böyle olmasını temenni ediyorlar demek daha doğru olur. Böylece cumhuriyetin din karşıtı tatbikatlarına halkın karşı çıktığı bir misal görmek istiyorlar. Kitapta arada kısaca değinilen bir de muhafazakarların fitne tezi var. “Medreselerimizi kapattınız diye ayaklanan büyüklerimiz yüzünden neredeyse dinimizden de oluyorduk” şeklinde özetlenebilecek bu görüşe de sitem var. Şeyhin planlı bir şekilde isyan etmediğine dair delillerle buna karşı çıkılıyor.

Son derece yoğun bir bilgi dağarcığını işleyip kendi tezini inşa eden kitabın eksiği ise ilginç; kitapta kronolojik bir şekilde Şeyh Said isyanına dair bir anlatım bulunmuyor. Yani olayı ana hatlarıyla biliyor olup kitaptaki bilgilerle doğru yorumlamanız bekleniyor.

Albay Reşat Hallı’nın hazırladığı Genelkurmay Yayınlarından çıkan “Türkiye Cumhuriyeti’nde ayaklanmalar” kitabı yine devlet tarafından iki defa toplatıldı.

 

İsyan Nasıl Çıktı ve Nasıl Gelişti?

Maksadımız, Diyarbekir’e girdikten sonra, birtakım adamları toplayıp, ulema [alimler, bilginler], fuzala [erdemli kimseler] ile ictima [toplantı] ederek hükümetimizle muhabere [haberleşme] edecektik, men-i müskirat [içki yasağı] tatbik ettirecek, medreseleri açtıracaktık. Hükümet kabul etmeseydi günahtan kurtulur, evimizde otururduk. Önce hükümete yazsa idim ve kabul etmeseydi hicret isterdik, hicret izni vermeseydi günah bizden giderdi, otururduk. Hükümete şeriat meselesini anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının icrasını talep edecektik. Allah’ın kaderi bırakmadı. Piran olayı çıktı, önünü alamadık… Eğil tarafına, Ergani’ye gittim, Türkleri de davet ettim gelin dinimize çalışalım, kanunu ilahiyi [Allah’ın kanununu] tatbik ettirelim, diyordum. Ergani’den Şevki Efendi, Hamid Ağa, Hacı Hüsnü Efendi vardı. Onlar Türk’tüler, iştirak ettiler… Kürt Teali Cemiyeti’nden haberim yok. Nerededir, muhaberatını [iletişimini] temin eden kimlerdir, hiç haberim yok… Bitlisli Yusuf Ziya’yı tanırım. Iki sene evvel [1923] Hınıs’a, benim köyüme misafir geldi. Orada: ‘Bir Kürdistan hükümeti teşkil etmek için ittifak edelim..’ dedi. Bu muhaldir [hayalidir], olmaz dedim. Fikrim bunu kabul edemiyordu. Sonra Erzurum’a gitti. Ben onun da umudunu kestim, kendi de kani oldu. Erzurum’dan avdetinde [dönüşünde] bir daha görmedim. Benim maksadım bu dine bir hizmet etmekti. Bu çeşit niyetim de yoktu. Allah-ü Teala’nın kaderi beni bu çeşide düşürdü. Muvaffak olamadık. Şimdi anladığıma göre, muvaffak olsaydık, bu ahali ile bir şey olamazdı. Çünkü ahaliden sıtkım sıyrıldı, şeriata razı olan ahali kalmamıştır.

Şeyh’in Muhakeme Edilişi

Her üç siyasi klik de kendisi için kullanışlı bir isyan profili dizayn etse de Şeyh’in mahkeme ifadeleri iki konuda çok net. Kürdistan davasını kesinlikle kabul etmiyor. İkincisi ise planlı bir şekilde isyan ettiği kabul etmiyor. Derdimiz şeriattı, isyan etmeyi düşünmedim ama kendimi isyanın içinde buldum diyor. Niyetimiz bölgede destek oluşturup Ankara’yı din karşıtı politikalardan vazgeçmeye ikna etmekti, eğer kabul etmezlerse Suriye’ye hicret edecektik diyor.

Balkan dağlarında önceleri eşkiya kovalayan sonraları ise komitacılık yapan bir tecrübe Ankara’da hükümet ediyordu. Bu kadronun bölgedeki hareketlenmeyi olgunlaşmadan patlatacak bir kurbanı ellerinde bulmuşken kullanmamasını beklemek saflık olurdu. Nitekim öyle de oldu, şeyh ne olduğunu anlamadan hem lider oldu hem de yakınları tarafından pusuya düşürülüp devlete teslim edildi. Mahkeme sürecinde ise en yakınındakiler bile şeyhi satıyor ve hainlik ediyorlar. Birçoğunun devlet adına çalıştığı ise daha sonra ortaya çıkıyor.

Bölgenin zaten içten içe kaynayan dinamikleri, biraz da dış yönlendirme ile bu hareketi öngörülemeyecek büyüklükte bir isyan şekline soktu. Şeyh de nasıl bir güce dönüştüğünü anlayamıyor anladığında ise geç oluyor, o saatten sonra geri dönüş imkanı da kalmıyor.

Şeyh Said İngilizlerle Anlaştı mı?

İsmet İnönü’nün yıllar sonra hatıralarında söylediği şu sözleri aslında gerçeği yeterince açıklıyor;
Şeyh Sait isyanının doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır.

Peki neden halen bu tez sürekli dillendiriliyor? Çünkü kullanışlı ve iş görüyor.

Halbuki dış güçlerden yardım alan Türk hükümetinin kendisi idi. İngiltere Türkiye’yi Sovyetlerin kucağına itmek istemiyordu. Bu sebeple Türk hükümeti ile ters düşmek istemiyordu. Fransa da yorucu 1.Cihan harbi ardından Ankara hükümeti ile Ankara anlaşmasını yapıp henüz 1920’de ilk sulh eden devletti. Ayaklanma için sevk edilen Türk askerlerinin çoğu Fransızlar’ın kontrolünde olan Suriye topraklarından geçen demiryolu vasıtasıyla bölgeye taşınmıştır.

İngiliz belgelerine göre Azadi isimli örgüt olası bir isyan vaziyetinde İngiltere’den hava desteği istemiş İngiltere ise bunu reddetmişti. Kürt devleti kurulması için mücadele eden Azadi örgütü daha sonra çökertilmiş ele geçen belgelerde Şeyh Said’in izine hiç rastlanmamıştı.

Abdullah Öcalan’ın Şeyh Said Yorumu


Kitapta beni en çok şaşırtan kısımlardan birisi de Abdullah Öcalan’ın kitaplarından yapılan iktibaslar oldu. Kürt ulusalcılığı tezini irdelerken Öcalan’ın kitaplarından da paylaşımlar yapılmış. Şaşırtıcı olan paylaşım değil de muhtevası diye ekleyeyim. Bu iktibasları okuduğunuzda Öcalan’ın Türk ulusalcılarının tezini desteklediğini görüyor ve Öcalan’ın yakalandığında sarfettiği “Devletimin emrindeyim” sözünü “acaba?” diyerek hatırlıyorsunuz. Öcalan özet olarak bu isyan Musul’u almak isteyen İngilizler tarafından tezgahlandı, Mustafa Kemal’in yapacak bir şeyi kalmamıştı diyor. Dahası Mustafa Kemal Paşa Kürtlere haklarını verecek iken bu isyan sebebiyle vermedi ve Türk-Kürt anlaşmazlığı başladı diyor. Yine Öcalan Kürt bölgesinin muasırlaşamamanın mesuliyetini de bölgedeki Nakşi aşiretlere bağlıyor.

Netice

Ankara hükümeti kendi risk analizini yapmış, başına dert açabileceğini düşündüğü her kesimi bir kenara not etmişti. Hedeflenen kız gibi ulus devlet için çıkıntılık yapabilecek her unsurun yontulması gerekiyordu. Bu iş de öyle kolaylıkla güzellikle halledilebilecek bir iş değildi, ihtimal ki bazı kafalar kesilecekti. Neticede çoğunluğunu dünün ittihatçılarının oluşturduğu yönetici elit, komitacılıktan darbeciliğe adam kayırmaktan ayak kaydırmaya her konuda görmüş geçirmiş kişilerdi. Hadiseleri kendi siyasi çıkarları için kullanmasını iyi biliyorlardı, gerekirse kendi çıkarları için olay çıkarmasını da. Şeyh Said hadisesi de Menemen, İzmir suikasti, Dersim isyanı gibi mürettep olaylar zincirinin bir halkasıydı. Ulus devlet için İslamsız ve Kürtsüz bir sosyoloji gerekiyordu bu isyan ile gerekli devrimleri yapabilmek için fırsat ele geçti. Şeyh Said meşhur Piran hadisesi sonrası dahi olayların fitneye dönüşmemesi için çabaladı ama kader ondan yana değildi, kendini fitnenin başında buldu. Görünüşte liderdi ama esasen kendisini dinleyen yoktu. “Fitneden sakının” ayeti kerimesinin önemi de bir kez daha anlaşıldı.

Dönemin kadrolu CHP destekçisi Şevket Süreyya Aydemir dahi İstiklal Mahkemelerinde idam edilenler için “Bunlar suçlu değillerdi, yeni kurulan bir rejimin kurbanları idiler” demiştir. Mevla rahmet eyleye.

Bünyamin Ekmen

Makina mühendisi, müteşebbis. Kelambaz mecrasının imtiyaz sahibi.

Okumayı ve paylaşmayı sever. Burada olmaktan dolayı çok mutlu.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.