Kelâmbaz
Röportaj: Numan Aydoğan Ünal'la Türk Dünyasına Bakış

Röportaj: Numan Aydoğan Ünal’la Türk Dünyasına Bakış

Efendim öncelikle kıymetli vaktinizi bize ayırdığınız ve röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. İlk olarak şöyle bir sual sorayım, Numan Aydoğan Ünal kimdir? Hülasaten anlatır mısınız?

Ben Numan Aydoğan Ünal. 1942 senesinde Erzincan vilayetinde doğdum. Asıl mesleğim ziraat yüksek mühendisliği. Ardından Türkiye Gazetesi’nin Konya ve Bursa bölge müdürlüklerinde bulundum. Şu an ise Türk Dünyası  Koordinatörüyüm. Sık sık Türklerin yaşadığı coğrafyalara gidip geliyorum. Zaman zaman Türkiye Gazetesi’nin Geniş Açı sayfasında ve muhtelif mecmualarda yazılar kaleme alıyor, konferanslar veriyorum. Turkalemiyiz.com isimli bir websitesini idare ediyorum. Gençlerle elimden geldiğince meşgul olmaya, onlara faydalı olmaya gayret gösteriyorum. Hülasa olarak hayatım böyle.

Siteyi ne maksatla açtınız? Maksadınıza, hedeflerinize ulaştınız mı? Siteye ne kadar kişi giriyor?

Takrîben 8 sene önce kurduk siteyi. Ben şimdi gerek İstanbul’da gerek Anadolu’da pek çok konferanslara gidiyorum. Gittiğim yerlerde gençler tavsiye kitap istiyorlar. Malum gençlerde kitap okuma alışkanlığı yok, gençler kitap okumuyorlar.

Biz de dedik ki böyle bir site kuralım, kitapların içinden gerekli yerleri makale tarzında burada neşredelim. Kitap kolay okunmaz ama makale daha kolay okunur nispeten. Bir de bir kitabın içinde çok mühim bir bölüm olabiliyor, aynı kitapta zararlı kısımlar da bulunabilir veya kıymetli kitaplar her zaman bulunamıyor. Onun için biz kitapların içinden faydalı yerleri seçip, redakte ederek neşrediyoruz.

Yine pek çok kıymetli yazarların makalelerini yayınladık. Şimdi yüzlerce makale var sitemizde. Sırf dil yani Türkçemiz hakkında 300’e yakın makale var. O makaleleri mutlaka okumak lazım. Şimdiye kadar 8 milyona yakın giriş olmuş . Günlük ortalama 2 -3 bin kişi ziyaret ediyor.  Gençlere ulaşmanın yolu artık internet. Biz de gençlere buradan ulaşalım dedik.

turkalemiyiz.com websitesi

Bugün Türk milletinin en büyük meseleleri nelerdir? Yaşadığımız buhranların, sıkıntıların kaynağı nedir?

Bundan 70-80 sene önce ülkemizde kahtı rical vardı. Kahtı rical adam yokluğu, insan kıtlığı demek. Biz çocukken Erzincan’da sadece bir eczane vardı. Doktor çok azdı. Dişleri berberler çekiyordu. Bugün şehrimizde her taraf eczane dolu. Neredeyse bakkal kadar eczane var. Her taraf dişçi dolu. Üniversitemizde tıp, eczacılık, hukuk fakülteleri var. Her sene mühendislik fakültelerden binlerce genç mezun oluyor, ihtiyaçtan fazla mezun var. Bunun için iş bulunmuyor. Artık ülkemizde Kaht-ı rical kalmadı. Her meslekte her işte yeteri kadar eleman var.
Ama Kaht-ı rical sosyal hayatımızda devam ediyor:

1)Türk milleti dinini hiç bilmiyor, doğru bilmiyor.
2)Tarihinden hiç haberi yok.
3)Dilini de hiç bilmiyor.

Bunlar olmayınca da idealist insan yetişmiyor; milli meselelerde heyecan duyan dertli, dava adamı yetişmiyor. Sadece Türkiye değil bütün Türk dünyası aynı vaziyette. O halde Türkiye’yi ve Türk dünyasını selamete çıkartmak,  gençliğe milli şuur, tarih şuur vermek için evvela dinini tam ve doğru öğretmek lazım. Dini tam öğretmek için de doğru kitap okutmak lazım. Bir kimse ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okursa dinini tam ve doğru öğrenir.

Bu son asır, 20.asır Türk milletinin göz yaşı asrı. Bu asırda hiç bir millet Türk milleti gibi sıkıntı çekmemiştir. Ve bu millet kasıtlı olarak dinen cahil bırakılmıştır. İkincisi de çok mühim, dilinden, tarihinden de cahil bırakılmıştır. Üçüncü olarak alfabeleri değişmiş dilleri bozulmuştur.

16. asırda Anadolu, Rumeli’de Osmanlı devleti, Türkistan’da Timurlu devleti, Hindistan’da Baburlu devleti vardı. Bir zamanlar, Halep, Şam, Bağdat, Üsküp, Saraybosna, Kosova bizim şehirlerimizdi. Çocukluğumuzda bir şiir ezberletirlerdi bize:

Benim Edirne’den Kars’a kadar güzel bir yurdum var,
İster savaş ister barış vermem bir karış.

Biz zannediyoruz ki bizim Türk milleti sadece Anadolu’da, Türkiye’de. Sonra Sovyetler dağılınca bir baktık ki Adriyatik’ten Çin seddine kadar her yerde Türkler varmış. Gençlere Coğrafya bilgisi de lazım.

Bir zamanlar, İdil nehri, Tuna, Fırat, Seyhun, Ceyhun, Nil bunlar hep Türk nehirleri idi. Şimdi bir genç Tuna ismini duyunca heyecanlanmıyor, hislenmiyorsa, tarihine yabancı demektir. Fırat, Dicle hep Türk nehirleridir. Anadolu’dan doğuyor ve zamanında bir şehrimiz olan Basra’da denize dökülüyorlardı. Kuveyt’te bizim bir ilçemiz olup İstanbul’dan giden bir kaymakam idare ederdi.

Geçenlerde ben Hakkari ulemasından oradaki medreselerden bahsederken birisi dedi ki; ”Abi Osmanlı niye gitmiş de taa ülkenin bir ucuna medrese açmış” Ben de dedim ki: ”Bağdat bizim bir vilayetimizdi, O zaman Hakkari de Bağdat vilayetinin bir yaylasıydı. Hatta Kuveyt’i de düşünürsek Hakkari coğrafi olarak devletin ortalarında kalıyordu. Sen heralde misak-ı milliye göre düşündün”

Bağdat ile alakalı Şam ile Haleb ile alakalı o kadar çok atasözümüz deyimimiz var ki… Anlayacağımız bize bir coğrafya şuuru lazım. Coğrafyamızı iyi bilmemiz lazım. Sonra tarihimizi düzgün okumamız lazım.

Sizin zamanınızda tarih derslerinde ne okutuluyordu efendim?

Bize mektepte tarih diye hep Lidyalılar Frigyalılar, Etiler, Sümerler, Persler, Ostrogotlar, Vizigotlar hep bunları okuttular. Yunanların İlyada ve Odessa destanlarını okuttular. Semerkant’tan Buhara’dan hiç bahsetmediler. Bugün üniversitelerde gençlere sorsan “İtikadda mezheb imamımız olan İmam Maturidi hazretlerinin kabri nerededir” “Semerkant’tadır” diyen çıkmaz.

Babür devletini hiç bilmiyoruz, Babür şahın adını hiç duymadık. Babur Şah 1526’da Panipat Ovasında 100 bin kişilik bir Hint ordusunu bir sene sonra Kanva’da 200 bin kişilik Hint ordusunu darmadağın ediyor. Ne oluyor Delhi? Delhi-i Şerif oluyor, Hindistan Müslüman oluyor. Yine aynı tarihte 1526’da Mohaç Meydan Muharebesi var. Kanuni Sultan Süleyman koskoca haçlı ordusunu darmadağın ediyor birkaç saatte. Aynı senede oluyor bu muharebeler, arada birkaç ay var. Bu iki hükümdar da Türk, ikisi de Maturidi, Hanefi, ikisinin de divanı var. Üniversitede hoca olsam talebelere şunu tez olarak verirdim; ”Muasır iki Türk sultanı olan Kanuni Sultan Süleyman ile Babür Şah’ın divanlarını edebiyat, gramer, fesahat ve belagat bakımından mukayese ediniz”.

Şimdi bir İngiliz genci Şekspir’in, bir Fransız genci Victor Hugo’nun, bir Rus genci Dostoyevskiy’in Tolstoy’u, bir Alman genci Göte’nin bütün kitaplarını okur anlar. Ama bizim gençlerimiz 1950 yılından evvelki gazetelerini okuyup anlayamıyorlar. Tarihte hiç bir millete böyle bir zulüm yapılmamıştır.

Alfabe gitti, dil gitti, Türkçe gitti, ben şimdi Türkiye’de edebiyatçı, şair, yazar çıkacağını zannetmiyorum. Buna bir çare bulunmazsa bundan sonra Türkiye’de bir edebi eser meydana gelmez. Amerika’da yapılan araştırmışlar gösteriyor ki, çok kelime bilen daha iyi mühendis oluyor, daha iyi doktor oluyor.

Arapça ve Farsça diye bütün Osmanlıca kelimeleri unutturuyorlar. Her gün dilimizde kullandığımız 7 bine yakın Fransızca kelime var bunları atmıyorlar seve seve kullanıyorlar. Ben bazen gençlere soruyorum Fransızca biliyor musun diye, hepsi de yok bilmiyorum diyorlar. Sonra tekrar soruyorum ‘’ Ekonomik, politik, sosyal, teknik, garaj, garderob, asansör, balkon gibi kelimeleri biliyor musun?’’ Evet biliyorum diyorlar.

Şimdi bir cümle yapalım: ”Yunanistan’ın ekonomik, sosyal, politik posizyonu kritik. Sportif aktivite super.” cümlesini bir Fransız anlar, tamamen Fransızca. Peki Türkçesi nasıl; ”Yunanistan’ın siyasi, iktisadi ve ictimai vaziyeti kötü. Spor faaliyetleri mükemmel.”

Sovyetler dağıldıktan sonra Azerbaycan’dan Profesör olan karı koca Konya’ya gelmişti. Profesöre dedim ki, ‘’Ben sizin neşriyatınızı dinliyorum ve edebiyat zevkimi tatmin ediyorum, lakin ben çok müteessir olurum ki şimdi size demokrasi geldi. Bundan sonra siz bizim radyoları dinlersiniz, televizyonları seyredersiniz. Sizin diliniz de bizimki gibi bozulacak” yani uydurukça olacak deyince Profesör anlayamadı. Mesela: Bizim radyo şöyledir ‘Azerbaycan, özgürlüğünü, bağımsızlığını aldı. Bu süreçte çok sorunları var.” ‘’O da ne demek” anlayamadım dedi. Bunun aslı şudur dedim ” Azerbaycan azadlığına, hürriyetine, istiklaline ve müstakiliyetine kavuştu. Lakin müşkil meseleleri mevcut.” böyle deyince anladı. Ve niçin böyle demezler diye sordu. Ben de Öztürkçe olması için!… dedim.

Hanım Profesöre size bir kelime söyleyim dedim. Teneke vezninden ‘’yetenek’’. ‘’Ne demek yetenek’’ dedi.
Biz de “Kabiliyet, istidad, marifet, maharet, hüner, meleke’’ yerine uydurulan “yetenek”  kelimesi dedik. ‘’Niçin böyle derler‘’. “Öztürkçe olması için” cevabını verdiğimde, “Mademki öztürkçe söylenmek isteniyor ‘becerikli’ desinler” demişti. Profesör çok haklı idi. Çünkü öztürkçecilerin esas maksadı,  bütün ecdat yadigârı bu kelimeleri ortadan kaldırmaktır.  Türkçenin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.

Efendim çevremizde bazı arkadaşlarımız var. Ben kendimi kurtarayım, yeter diyorlar. Bunlara ne demek lazım?

Öyle şey olur mu? Onlardan hiçbir şey olmaz, dünyadan haberleri yok. Dünyada bütün insanlar Müslüman olsa sadece bir kafir kalsa ona da emri maruf yaparak, Müslüman olmasına çalışmak gerekir. İmam-ı Rabbani hazretleri ”Allahu teala yüksek arzuluları sever” buyuruyor. Her Müslüman’ın ideali, davası olmalı. Peygamber efendimiz ”Sağ elime Güneş’i, sol elime Ay’ı verseniz yine davamdan dönmem” buyuruyor.

Gençlere hangi kitapları tavsiye edersiniz?

Her dini kitap okunmaz. Ehli sünnet alimlerinin nakle dayanan kitaplarını okumak gerekir. Bidat ehli ve Reformcuların dini kitaplarını okumak çok zararlı olur. Son 70-80 senede Türkiye’de yetişmiş milliyetçi muhafazakar dinine, tarihine bağlı pek çok kıymetli tarihçi, edebiyatçı yazarlarımız vardır, bunların bütün kitapları okunabilir.

Maarif nasıl olmalı sizce?

Herkesle uğraşmaya gerek yok zeki insanlarla alakadar olacaksın ve huyu güzel olacak, dürüst olacak. Düzgün karakterli olacak, çok zeki ama herkesle kavga ediyor, kötü huylu olandan adam olmaz. Gençleri yazın, kışın meşgul edeceksin . Şimdi yazın 3 ay boşa geçiyor. Hoca talebeyi tanıyacak ismen, memleketini, ilmi seviyesini, psikolojisini hepsini bilecek. Bir şuurlu insan yetiştirsen o yüzlerce insan yetiştirir. Çok talebe okutmaya gerek yok. Üstün zeki olanı okutmalı diğerlerini sanatkar yetiştirmeli. Osmanlı’da Enderun mektebi gibi. İngiltere’deki Eton koleji gibi. Bize sosyolog lazım, ictimaiyatçı lazım, şimdi hiç yok. Zeki gençlerimiz tıp, mühendislik gibi bölümleri tercih ediyorlar. Zeki kafası çalışan gençleri ictimai mesleklere yönlendirmek lazım.

Siz hep sohbetlerinizde, konferanslarınızda ”20. asır Türk’ün kanayan yarası” diyorsunuz. 20. asırda neler oldu? Bu başımıza gelen felaketler olmasaydı, nasıl bir Türk dünyası olurdu?

I. Cihan Harbi Osmanlı Türklerini, II. Cihan harbi de Orta Asya Türklerini bitirdi. Yoksa şimdi dünyadaki Türk nüfusu 1 milyara yaklaşırdı. 20. asırda en mağdur ve mazlum millet Türk milletidir. Ama pek bilinmiyor ve anlatılmıyor. 93 harbi bilinmiyor, Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmiş. Yani buralar (Beylikdüzü) o zaman düşman elindeymiş. Balkan harbini, Edirne müdafaasını bilmek lazım. Ahmed Muhtar Paşa’nın Doğu cephesindeki başarılarını bilmek lazım. Mehmed Arif “Başımıza Gelenler” kitabını okumak lazım. Bunlar çok eski meseleler değil dünkü meseleler. Tarih öğrenmek sünnettir.

20. asırda en çok Türkler öldü, yaralandı, muhacir oldu. Kırım’a gittim. Kırım sürgünlerini bizzat kendilerinden dinledim. Ahıskalıların sürgün hayatlarını da bizzat Ahıskalılardan dinledim. Babamdan ve dedemden de Rusların Doğu Anadolu’nu işgal ettikleri ettikleri zaman hicret hatıralarını çok dinledim. Bir gün Kırım’ın Gökköz köyünde cami önünde Kırım sürgünlerinin bütün acı hatıralarını kendilerinden dinledim. ‘’ 20. Asırda Türklerin çekmiş olduğu çileler için bir gözüm Ceyhun bir gözüm Seyhun nehri gibi gözlerimden yaş akarak Hazar denizini doldursa ancak teselli olabilirdim. Buradaki insanların evleri, yerleri yok. Zengin olsam, param olsa bu garip insanlara ev yaptırsaydım. Kalemim kuvvetli olsaydı bu mazlum milletin destanını, romanını, ızdırabını dile getireydim. Ne yazık ki gözde yaş yok, cepte para yok, elde de yazacak kabiliyet yok. Benim halim ne olacak deyince bir genç ileri doğru çıkarak geldi.” “Ağacan sen konuş, senin ciğerin, bağrın yanık, senin nefesin tesir eder” dedi.

Türkler niçin yabancı dil öğrenemiyorlar efendim?

Çok basit. Kendi dillerini bilmiyorlar ki. Mesela Türkçenin sağlam öğrenildiği, bozulmadığı zamanlarda yetişen insanlar diğer dilleri çok iyi biliyor hatta kitap yazıyorlardı. Sadreddin Konevi hazretlerinin Arapça kitapları var. Muhammed Hadimi hazretlerinin Arapça kitapları var. Yine İmam Birgivi hazretlerinin Arapça kitapları var hatta Araplara bile Arapçayı öğreten Arabi gramer kitabı var. Ben geçenlerde El-Ezher mezunu bir arkadaşa sordum ” Şu an Ezher uleması Sadreddin Konevi hazretlerinin olsun diğer pek çok alimimizin olsun Arabi kitaplarını anlayabiliyorlar mı? Ne diyorlar? Şöyle cevap verdi ”okuyorlar, anlamakta güçlük çekiyorlar ve çok edebi Arabcası olduğunu söyleyerek hayranlıklarını ifade ediyorlar”. Yine Rusya’da Ufa şehrinde yetişmiş olan Muhammed Murad Kazani hazretleri anadili Türkçe olmasına rağmen İmam-ı Rabbani hazretlerinin yazmış olduğu Mektubat’ı Farsça’dan Arapçaya tercüme ediyor. Bugün bunu yapabilecek kimse var mı Türkiye’de? Seadet- Ebediyye kitabında şöyle bir cümle geçiyor;

”Bu büyükler, tatlı yemekleri, lezîz şerbetleri, nefîs kumaşları, hazîn sesleri, nazîf kokuları, latîf manzaraları, melîh sûretleri, tatsızlarından, çirkinlerinden dahâ çok istiyor ve seviyorlar.”

Bu cümle şu şekilde de olabilirdi;
”Bu büyükler, güzel yemekleri, güzel şerbetleri, güzel kumaşları, güzel sesleri, güzel kokuları, güzel manzaraları, güzel sûretleri, tatsızlarından, çirkinlerinden dahâ çok istiyor ve seviyorlar.”

Görüyorsunuz Türkçedeki inceliği, zarafeti. Günümüz Türkçesindeki de bayağılığı. Günümüz insanı bu yüzden yabancı dil öğrenemez.

Bize bu röportajı verdiğiniz için, kıymetli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Arzu eden arkadaşlar turkalemiyiz.com internet sitemizi ziyaret edip, oradaki makaleleri okuyarak kendilerini yetiştirebilirler, bizimle tanışmak isteyenler olursa Beylikdüzü Yakuplu mahallesinde Türk Dünyası Vakfı’ndayız, kapımız gençlere her zaman açık.

Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

7 comments

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Maşallah barekallah… Numan Bey, tek başına bir ünivetsitedir… Kendisini tanımakla bahtiyar olduğum müstesna bir fikir, dava ve gönül adamıdır… Allahü teala hayırlı uzun ömürler versin kendisine… Röportaj için de çok teşekkür ederiz… Çok büyük bir hizmet olmuş hakikaten… Bir eğitimci olarak, (www.turkalemiyiz.com) sitesinden de çok istifade ediyoruz ve talebelerimize de gönül rahatlığıyla tavsiye ediyoruz… ☑️

  • Allahu teala ömrünüzü uzun eylesin.Ahmet Özdemir Elaziz Harput S

    • Ağacan senin cigerin bagrın yanık demiş ya. Hüngür hüngür ağlayasım geldi. Bu mücahit milletin milletin ferasetine kurban olayım.

  • Numan abi gerçekten olağanüstü gayretli bir insan. O yaşına rağmen enerji dolu. Vakti olanlar kendisini ziyaret edebilirler. Çok hoş sohbet ve misafirperver birisi. Ufuk açan bir konuşması var.

  • Numan Abiyi tanıyanlar türk ve islam davadan nasibini alıyorlar ve çok sayıda gençlerin yetişmesinde emekleri vardır..
    Allah onlardan razı olsun !

  • Numan abinin gayretlerini numune görerek yeni nesil gençlere tam manasıyla aktarabilmek gerekir, elhamdülillah görüp tanıyıp istifade etmek nasip oldu.

Bizi Takip Et!