Kelâmbaz

Hazreti Ayşe’nin Erken Evliliği: Hadis Kitapları Üzerine Psikolojik Bir Değerlendirme

Giriş

Lise yıllarımda İslamiyet üzerine yaptığım araştırmalar beni çok yoruyor ve içinden çıkamadığım noktalara geliyordu. O sıralar dini ilimler üzerine tahsili olmayan bir sayısal öğrencisiydim. Birilerinin konuları benim anlayabileceğim şekilde anlatmasını çok arzu ediyordum fakat kısıtlı imkanlara sahiptim. Zamanla çalışarak bir şeyleri anlamaya ve farklı yöntemler geliştirmeye başladım. Bu sırada da iletişim imkanları ve kaynaklara ulaşma kolaylığı daha da arttı.

Bir konu üzerinde bir noktadan çıkmaza girdiğimde onu farklı perspektiften incelemek beni çoğu zaman rahatlatıyordu. Eğer her açıdan tek bir sonuca ulaşılıyorsa bu konu hakkında diyebilecek bir şey yoktu fakat farklı yönlerden bakıldığında farklı değerlendirmeler akla geliyorsa benim kavrayamadığım meselelerin olabileceğini anlıyordum. Bu da benim açımdan son derece tatmin edici bir metod idi. 

Dini araştırmalarım sırasında anlayamadığım birçok meselenin anakronizmden kaynaklandığının farkına vardım. Eski dönemlerde yaşamış insanların düşünce yapılarını anlamakta gerçekten zorlanıyordum. Bu yöntem sayesinde inançlarım ile günümüzün dünyası ile şekillenen modern değerlerim arasındaki çelişkileri daha anlaşılabilir şekilde kavrayabiliyor ve bu sayede çelişkilerden dolayı yaşadığım karamsarlıktan sıyrılmam kolaylaşıyordu. 

Hazreti Ayşe’nin evliliği de bu karamsarlık durumunun örneklerinden biriydi. İşte bu nedenle gündeme gelmişken bu konuya dair düşüncelerimi yazmamın ve diğer karamsarlık yaşayabileceğiniz konularda da bu yöntemi uygulayabileceğinizi göstermenin faydalı olacağını düşündüm. 

Kültürümüzde Erken Evliliğe Bakış

Hazreti Ayşe’nin altı yaşında nikahlandığını ve dokuz yaşında Peygamber aleyhisselam’ın evine girdiğine dair rivayetleri gördüğümde şok olmuştum. Lise yıllarında öğrendiğim bu olay benim için tamamen ahlak dışıydı.

Özellikle Batı Anadolu’da doğup büyümüş herkes bir çocuğun elli yaşındaki bir adamla evlendirildiğini duyduğunda sinirlenir. Öyle şey mi olur diyerek bunu sebep olanları büyük bir öfke ile suçlar. Böyle bir durum yaşlı adam için ciddi bir ahlaksızlıktan, kızın ailesi için haysiyetsizlikten, kız için ise perişan olmuş bir hayat ve sağlık sorunlarından ibarettir. Peki insan olarak bu duyguları taşırken bir müslüman peygamberini nasıl böyle bir eylemi yapmış olarak kabul edebilir?

Hazreti Ayşe’nin evlilik yaşı üzerine belki de yüzlerce yazı kaleme alınmıştır. Gerçek yaşına dair ilim adamları farklı değerlendirmeler sunmaktadır. Bununla birlikte uzmanlık alanı teoloji olmayan müslümanları rahatlatabilecek en güzel değerlendirme yaşının ne olduğuna bakmaksızın Hazreti Ayşe’nin günümüz psikolojik değerlerine göre nasıl bir duygu durumuna sahip olduğunu anlamak olacaktır.

Hazreti Ayşe’nin Sözlerine Kulak Vermek

Bu noktada ben kaygılarımızla alakalı konularda Hazreti Ayşe’nin kendisinden nakledilen sözlerine bakarak bir değerlendirme yapmanın bizi bir sonuca götüreceğine inanıyorum. 

Böyle bir evliliğin ahlaksızca olduğunu düşünmemizin ana sebebi evlendirilen kızın psikolojik ve fizyolojik sağlığı hakkında duyduğumuz endişedir. Çocuk yaşta evlendirilen ve cinsel istismara uğrayan birinin, evlendirildiği adamdan ilk başta kavrayamasa bile sonrasında nefret edeceğini, bastırılmış bir psikolojiye ve depresif duygulara sahip olacağını düşünürüz. İleriki dönemlerde ise bu durumu dengesiz davranışlar ve sosyal hayat adaptasyonu üzerine problemler takip eder. Sözde kocasının onu cinsel bir obje olarak görmesi ve kızın söz hakkı olmaması gerekir. Çevre tarafından ise bu olay utanç verici olarak adlandırıldığı için üzerine çok fazla konuşulmaz ve kız insanlar tarafından göz ardı edilmeye çalışılır.

Hazreti Ayşe’nin Eşinden Duyduğu Hoşnutluk

Şimdi bu beklentilerimizi Hazreti Ayşe ile ilgili din kitaplarındaki anlatılara bakarak tahlil edelim. Naklettiğim rivayetlerin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Urve bin Zübeyr (radıyallahü anhümâ)’den rivâyet edildiğine göre Âişe (radıyallahü anhâ) şöyle dedi:

Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı hanımlarım öptü. Sonra abdest almadan çıkıp namaza gitti. ) 

Ben Âişe‘ye: O öpülen hanım, senden başkası değildir, dedim. Bunun üzerine Ayşe (radıyallahü anhâ) güldü. (Sünen-i İbn Mâce, Taharet ve Sünnet, 69/541)

Bir kadının eşinin onu öptüğü zamanı hatırladığında gülmesi dininin getirdiği utanma duygusundan ve eşiyle yaşadıklarından duyduğu hoşnutluktan kaynaklanmaktadır. Eğer bizim hayalimizdeki cinsel istismara uğrayan küçük kız olsaydı böyle bir tepki vermezdi diye düşünüyorum.

Hazreti Ayşe’nin Peygamber Yanındaki Yeri

Şunu unutmayalım ki peygamberliğine inanılmasa bile Muhammed aleyhisselam Arabistan’da belirli sayıda takipçisi bulunan bir emirdi. O bölgenin hükümdarıydı. Emrinde onun için ölecek birçok insan vardı. Tarihe bakılırsa böyle hükümdarların evlilik konusunda çok sıkıntı çekmediklerini görürsünüz. Eğer bizim düşündüğümüz şekilde küçük bir kızı yalnızca cinsel yönden cazip bulduğu için evine almış olsaydı bu kıza çok fazla önem vermediğini hatta bir süre sonra sıkılıp başka kızlar aramaya başlayacağını düşünürdük. Kitaplara baktığımızda ise Muhammed aleyhisselam’ın Hazreti Ayşe’ye karşı muamelesinin bu düşüncelerin tersi yönünde olduğu görülmektedir.

Bir bayram günü siyahîler kalkanlar ve mızraklarla oynuyorlardı. Ve ben Peygamber’den (bakmağa izin) istedim yahut kendiliğinden: “Bakmak arzu ediyor musun?” dedi. Ben: Evet (istiyorum), dedim. Hemen beni arkasında yanağım yanağı üzerine gelecek şekilde ayak üstü dikeltti ve: “Haydin Erfideoğulları!” dedi. [Kılıç kalkan oynayanları canlandırdı. ]Nihayet bakmaktan usandığımda: “Artık yeter mi?” diye sordu. Ben: Evet, dedim. “Öyleyse git” buyurdu.(Sahih-i Buhari, Kitabu’l Iydeyn, 2/958)

Bir de şu hadiseye bakalım:

Âişe (radıyallahü anhâ)’dan rivâyet olunduğuna göre, kendisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir seferde imiş. (Âişe sözlerine devam ederek şöyle) dedi;

Ben Hazret-i Peygamber ile bir koşu yaptım ve onu geçtim. Bir süre sonra şişmanlayınca onunla bir müsabaka daha yaptım bu sefer o beni geçti ve  “İşte bu, (benim seni geçmem) şu (daha önceki senin beni) geçme(nin) karşılığıdır” buyurdu. (Sünen-i Ebû Dâvûd, Cihad, 68/2580)

Burada bir hükümdarın bu genç kızın isteklerini yapmaya ve onunla vakit geçirmeye özen gösterdiğini görüyoruz yani onu hoşnut etmeye çalışıyor. Din kitaplarını incelerseniz göreceksiniz ki bu davranışları müslümanlara örnek olması için çeşitli kitaplarda yer almakta ve müslüman erkeklerin kadınlarının gönüllerini yapmasına yönelik birer numune olmaktadır. 

Hazreti Ayşe’nin Kıskançlığı Üzerine Psikolojik İnceleme

Bir diğer hadise ise Hazreti Ayşe’nin peygamberi diğer eşlerinden kıskanması ve diğer eşlerinin Hazreti Ayşe’yi kıskanmaları ile alakalıdır. Burada farklı örnekler arasından üç tanesini seçmeyi uygun gördüm. Daha çok bilgi edinmek isteyen araştırmalarına devam edebilir. Hadiselere bakalım:

Hadise 1: Hazreti Ayşe’yi Kıskanan Hanımlar

…(Dedi ki): Bana Muhammed b. Abdirrahman b. Haris b. işâm haber verdi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi(Hazreti Âişe) ise şunu söylemiş: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevceleri, Fâtıma binti Resûlillah’ı, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gönderdiler. O da yanına girmek için izin istedi. Kendisi benimle beraber örtünün altında uzanmıştı. Ona izin verdi, Fâtıma:

— Ya Resûlallah! Zevcelerin beni sana gönderdiler. Senden Ebû Kuhafe’nin kızı [Hazreti Âişe] hakkında müsavat istiyorlar, dedi. Ben susuyordum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona:

«Ey kızcağızım! Sen benim sevdiğimi sevmez misin?» dedi. Fâtıma:

— Hay hay! (Severim) dedi.

«O halde bunu sev!» buyurdular. Fâtıma Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bunu işitince kalktı ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerine dönerek onlara kendi söylediğini ve kendisine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in söylediğini haber verdi. Onlar da kendisine şunu söylediler:

— Bize hiç bir şey yaptığını görmüyoruz. Hemen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e dön ve ona: Gerçekten zevcelerin Ebû Kuhafe’nin kızı hakkında senden müsavat istiyorlar de! Fâtıma:

— Vallahi onun hakkında ben kendisine ebediyyen söz etmem, dedi. Âişe şunları söylemiş: Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevceleri onun zevcesi Zeyneb binti Cahş’ı gönderdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in katında mertebece onlardan bana rakib olan da bu idi. Din hususunda Zeyneb’den daha hayırlı hiç bir kadın görmedim. Allah’dan onun kadar korkan, onun kadar doğru söyleyen, onun kadar sılayı rahim yapan, ondan çok sadaka veren, verdiği sadakada nefsini onun kadar horlayıp, o amelle Allahü teâlâ’ya yakınlık gösteren yoktu. Ancak mizacındaki hiddetten nâşi bir kükremesi vardı ki, ondan da çabuk dönerdi. Zeyneb, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına girmek için izin istedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise Âyşe ile beraber onun örtüsünün altında Fâtıme’nin girdiği zamanki halde bulunuyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona da izin verdi. Zeyneb:

— Ya Resûlallah! Zevcelerin beni sana gönderdiler; Ebû Kuhâfe’nin kızı hakkında senden müsavat istiyorlar, dedi. Sonra bana atıp tuttu ve hakkımda sözü uzattı. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gözetiyor; bana onun hakkında konuşmaya izin verecek mi diye gözüne bakıyordum. Zeyneb devam etti. Nihayet anladım ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim kendimi müdafaa etmemi kerih görmeyecek. Zeyneb’e ben atıp tutmaya başlayınca, ona yaptığım hücumda kendisine aman vermedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülümseyerek: «Bu Ebû Bekr’in kızıdır!» buyurdular. (Sahîh-i Müslim, Sahabe’nin Faziletleri, 13/6443)

Ben burada cinsel istismara uğramış zayıf bir kız görmüyorum.

Hadise 2: Gönderilen Yemek Üzerine Kıskançlık

Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarından birinin (yani Âişe’nin) yanında idi. Mü’minlerin annelerinden biri de içinde yemek bulunan bir tabak gönderdi. Peygamber’in, evinde bulunduğu kadın (yani Âişe), tabağı getiren hizmetçinin eline vurdu da tabak elinden düşüp yarıldı. [Kendi gününde başka bir kadından Peygambere yemek gelmesi hoşuna gitmedi.] Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yarılan parçaları bir araya getirdi. Sonra içinde bulunan yemeği yine onun içine toplamaya başladı. Bunu yaparken de hazır bulunanlara “Anneniz kıskandı” buyuruyordu. Sonra Peygamber o hizmetçiyi, evinde bulunduğu kadının yanından sağlam bir tabak getirinceye kadar alıkoydu, sağlam tabağı, tabağı kırılan kadına verilmek üzere o hizmetçiye teslim etti. Kırık tabağı da, kırıldığı kadının evinde alıkoydu.(Sahih-i Buhari, Kitabü’n Nikah, 108/5280)

Bu olayda, Hazreti Ayşe’nin kıskançlık duygusunun bir sonucu olarak öfke ve tepkisellik sergilediğini görüyoruz. Cinsel istismara uğrayan bir çocuk kıskançlık duygusunu bu şekilde dışa vuramaz. Bu durum istismara uğramış bireyin korku ve çekingenliği ile çelişir. Burada ise Hazreti Ayşe’nin tepkilerini gayet doğal ve içinden geldiği şekilde sergileyebildiği görülmektedir. Ayrıca, bu olay Peygamberimizin duruma karşı müsamahalı yaklaşımını, şefkat ve anlayışını göstermektedir. İsteseydi böyle bir davranış dolayısı ile eşine kızabilirdi ki bunu tercih etmemiştir.

Hadise 3: Hazreti Hatice’ye Duyulan Kıskançlık

Ve İsmâîl ibn Halîl şöyle dedi: Bize Alî ibn Mushir, Hişâm’dan; o da babası Urve’den haber verdi ki, Âişe (radıyallahü anhâ) şöyle demiştir: Bir kerre Hadîce’nin kızkardeşi Hâle bintu Huveylid (Medine’ye gelip) Rasûlüllah’ın huzuruna girmek için izin istedi. Rasûlüllah (iki kızkardeşin seslerindeki benzeyişle) Hadîce’nin izin isteyişini hatırladı ve bunun için hâli de değişti. Ve:

— “Yâ Allah, izin isteyeni Hâle kıl!” diye dua etti. 

Âişe dedi ki: 

Artık kıskandım da:

— Ağzının iki tarafında diş etlerinin kızartısından başka bir beyazlık kalmayan ve zaman içinde ölen ihtiyar Kureyş kadınlarından bir koca karının nesini anarsın? Allah onun yerine sana, ondan daha hayırlısını vermiştir! diye Rasûlüllah’ı karşıladım. (Sahih-i Buhari, Kitabü Menakıbu’l-ensâr,20/3869)

Burada bir kadın olarak Peygamberin vefat eden eşine karşı ciddi bir kıskançlık görülüyor. Başka metinlerde Peygamberin bu sözden sonra açıklama yaptığını ve Hazreti Ayşe’nin özür dileyerek bir daha Hazreti Hatice hakkında hayırdan başka şey söylemeyeceğini dile getirdiği yazılıyor fakat benim kullandığım kaynakta bu nokta yazılmamış. Konuyu anlatması açısından yeterli fakat Hazreti Ayşe validemize suizanna sebep olmamak açısından bu açıklamayı yapmayı gerekli gördüm.

Bir diğer hadis-i şerife bakalım:

Âişe (radiyallahü anha) şöyle demiştir: Ben Peygamber’in kadınlarından hiçbirisi hakkında, Hadîce’ye karşı kıskançlığım derecesinde kıskanç olmadım. Halbuki ben Hadîce’yi (kumam olarak) görmemiştim. Fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun adını çok anardı. Çok defa koyun keserdi, sonra da etini uzuv uzuv parçalar, daha sonra onları Hadîce’nin sâdık kadın dostlarına gönderirdi. Bâzı defa ben sabırsızlanarak, Peygamber’e hitaben:

— Sanki yeryüzünde hiç kadın yok da yalnız Hadîce var! diye ta’rîz ederdim.

Resulullah da:

— “Hadîce şöyle idi, Hadîce böyle idi” (diye iyiliklerini sayar) ve “Ondan benim çocuklarım var” buyururdu. (Sahih-i Buhari, Kitabü Menakıbu’l-ensâr,20/3866)

Modern psikolojik kalıplara göre Hazreti Ayşe’nin, Peygambere kendini beğendirmeye çalıştığını ve kıskançlık duygusuyla hareket ettiğini görüyoruz. Peygamberimizin, Hazreti Hatice validemize olan derin sevgi ve hürmetini dile getirmesi, onun duygusal bağlılığını ve vefasını gösterir. Bu onun kadınları yalnızca cinsel bir obje olarak görmediğinin göstergesidir. Kıskançlığın Hazreti Ayşe’yi sert sözler söylemeye sevk etmesi, onun Peygamber ile duygusal bir bağ içerisinde olduğunu da ortaya koymaktadır. O da sağlıklı bir kadın gibi kendinin başka kadınlardan daha çok beğenilmesini istemektedir. Bu durum, Hazreti Ayşe’nin karakterinin, istismara uğramış ve psikolojisi bozulmuş bir çocuk olmasının aksine duygusal olarak sağlıklı bir kişilik sergilediğini göstermektedir.

Ifk Hadisesi Üzerine İnceleme

Ifk hadisesi, Hazreti Ayşe annemizin duruşunu ve sabrını gözler önüne seren önemli bir olaydır. Din kitaplarından alarak konuyu değerlendirmek en doğrusu olacaktır. Buradaki iktibası Sahih-i Buhari’nin Kitabü’ş Şehadet kısmının 15/2700. maddesinden yapıyorum. Ayrıntılı bir şekilde yapılan bu iktibas hem hadisenin gelişimini hem de Hazreti Ayşe’nin karakterini kolaylıkla incelememizi sağlayacaktır.

…Âişe (radıyallahü anhâ) şöyle demiştir:

Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kur’a çeker idi. Onlardan hangisinin kur’ası çıkarsa, Rasülullah ile beraber o yola çıkardı. (Huzâa’dan Mustalik oğulları) Gazasına gitmek istediği zaman da Resulullah kur’a çekti ve benim ismim çıktı. Rasûlüllah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer, Hicâb âyeti indirildikten sonra idi. Ben mahmil içinde yükletilir ve (konak yerinde) mahmil içinde indirilirdim. Bu suretle gittik. Nihayet Rasûlüllah bu gazasından ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda (bir konak yerinde indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdi. Sonra göç edilmesini i’lân etti. Hareket emrini i’lân ettikleri zaman ben kalktım ve (ihtiyâcımı yerine getirmek için yalnız başıma) ordudan ayrılıp gittim. İşimi yerine getirince konak yerime geldim. Bu sırada göğsüme elimle dokundum. Birden Yemen’in göz boncuğundan dizilmiş gerdanlığımın koptuğunu anladım. Hemen geri döndüm ve gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni yolculuktan alıkoymuştu. (Ben, ordu bir ay eğlense de benim devemi, ben mahmilimde bulunmadıkça sürüp gitmezler diye düşünmüştüm.) Halbuki yolda bana hizmet edenler gelip mahmilimi yüklemişler ve mahfemi bindiğim deve üzerinde götürmüşlerdi. Onlar beni mahfe içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idiler; ağır vucûdlu değillerdi. Onları et bürümezdi. Çünkü onlar az yemek yerlerdi. Bu sebepten hizmetçiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, mahfenin ağırlık derecesinin farkına varmayarak yüklemişler. Ben o zaman küçük yaşta bir kadındım. Bu sebeple deveyi sürüp yürümüşler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Onların konağına geldim; orada hiç kimse yoktu. Orada evvelce bulunduğum konak yerine geldim. Onlar beni mahfilde bulamayacaklar da dönüp bana gelecekler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerim bana gâlib gelmiş de uyuyakalmışım.

Safvân ibnu Muattal es-Sulemî sonra Zekvânî (ki arkadan gelerek askerlerin bıraktıkları şeyleri toplamaya ve konaklama yerine götürüp sahiplerine vermeye me’mûr idi) askerin arkasından, sabaha yakın bulunduğum yere gelmiş ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş ve benim yanıma gelmiş (ve beni tanımış). Bu zât beni kadınların perdelenmesi emrinden önce görmüştü. Safvân devesini çöktürdüğü sırada “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn = Biz Allah’ın mülküyüz ve biz ancak O’na dönücüleriz” (el-Bakara:156) istircâ âyetini söylemesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bindim. Safvân bindiğim deveyi çekerek önde yürüdü. Nihayet kafile konak yerine istirahat ediciler olarak indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik. Bu arada (hakkımda iftira ederek) helak olan helak olmuş. İftirayı ilk çıkaran ve başlatan ise Selûl kadının oğlu Abdullah ibn Ubeyy olmuş.

Medine’ye geldiğimizde ben bir ay hastalandım. İnsanlar iftira sahiplerinin sözlerini çoğaltıp yayıyorlarmış. (Ben bunlardan habersizdim.) Yalnız hastalığımda bana şüphe veren bir şey vardı: Peygamber’den, hasta olduğum başka zamanlarda görmekte olduğum yumuşaklığı, bu hastalığımda görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra (adımı söylemeden) “Hastalığınız nasıl?” diyordu. Benim (iftiracıların dedikleri) hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet iyileşme devrine girmiştim. Bir gece ben Mıstah’ın anasıyla ihtiyâç giderme yerlerimiz olan Menâsı’ tarafına çıkmıştım. Biz buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında helâlar edinmemizden evveldi. O zamanlar bizim hâlimiz, çöldeki eski Arablar’ın (haceti gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut (temizlenmek için) gezinmelerine benziyordu. Ben, Ebû Ruhm’ın kızı ve Mıstah’ın annesi (Selmâ) ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafına takılmış, düşmüştü. Arablar arasında felâket zamanında söylenmesi âdet olan “Düşmanım helak olsun” bedduası yerine Selmâ kadın:

— Mıstah helak olsun! diye oğluna beddua etti.

Ben kadına:

— Ne fena söyledin! Bedir’de hazır bulunan bir kişiye mi sövüyorsun? dedim.

Kadın bana:

— Hele şu saf teyzeye! Sen ortada dönen iftiraları işitmedin mi? dedi ve iftira sâhiplerinin sözlerini bana haber verdi. Bu yüzden hastalığımın üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce de Rasûlüllah yanıma geldi, selâm verdi ve:

— “Hastalığınız nasıldır?” diye sordu. Ben de:

— Yâ Rasûlallah! Anam ve Bâbamın yanına gitmek üzere bana izin ver! dedim.

(Âişe: Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek istiyordum, demiştir.)

Rasûlüllah bana izin verdi. Ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân’a:

— İnsanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir? dedim.

Anam:

— Ey kızım! Kendini üzme, sen nefsini ve sağlığını düşün. Vallahi bir kadın senin gibi güzelliğe sâhib ve kocasının yanında sevimli olsun ve birçok da ortakları bulunsun da, aleyhinde dedikoduyu çoğaltmasınlar; bu pek nâdirdir, dedi.

Ben de:

— Subhânallah! İnsanlar hakîkaten bu sözleri söylüyorlar mı?

Doğrusu hayret olunur, dedim.

Âişe dedi ki: Ben o gece Bâbamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabaha eriştim. Rasûlüllah da o sabah Alî ibn Ebî Tâlib’i, Usâme ibn Zeyd’i yanına çağırmıştı. Vahiy gecikince ehli ile ayrılması hususunda bunlarla istişare etmişti. Usâme, Ehlu Beyt için nefsinde bilmekte ve gönlünde beslemekte olduğu sevgiyi Rasûlüllah’a tavsiye ve işaret etti de:

— Yâ Rasûlallah! Ehlin Âişe hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz, dedi.

Alî ibn Ebî Tâlib’e gelince, o da:

— Yâ Rasûlallah! Allah sana dünyâyı dâr etmemiştir. Âişe’den başka kadın çoktur. Bununla beraber Âişe’nin cariyesi Berîre’ye de sorunuz. O doğrusunu sana söyler, demişti. Bunun üzerine Rasûlüllah, Berîre’yi çağırıp:

— “Yâ Berîre! Sen hanımın Âişe’de sana şübhe veren bir hâl gördün mü?” diye sordu, Berîre de:

— Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemîn ederim ki, ben hanımefendimden asla ayıp olarak çıkmış şundan büyük bir şey görmedim: Âişe küçük yaşta bir kadındı. Hamur yoğururken uyurdu da evin besi koyunu gelir, hamuru yerdi, demiş. Bunun üzerine Rasûlüllah o günü mescidde ayağa kalkıp bir hutbe yaptı da bu iftirayı en evvel ortaya atan Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl’den dolayı söz söylemekte ma’ziretli tutulmasını isteyerek:

— “Ehlim hakkında bana eziyet veren bir şahıs hakkında bana kim yardım eder de benim için ondan intikam alır? Vallahi ben, ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir adamın da ismini ortaya koydular ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu (faziletli) kimse şimdiye kadar ehlimin yanına girmemiştir, ancak benimle beraber girmiştir!” buyurmuştu.

Bunun üzerine (Evs kabilesinin başkanı) Sa’d ibn Muâz ayağa kalktı da:

— Yâ Rasûlallah! Vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu (iftirayı çıkaran) Evs’ten ise, biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrec kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz, demiş.

Bu defa da (Hazrec’den) Sa’d ibn Ubâde ayağa kalkmış. Bu da Hazrec kabilesinin büyüğü idi. Ve bu vak’adan evvel sâlih bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyyeti ve kıskançlığı ile Sa’d ibn Muâz’a karşı:

— Sen yalan söylüyorsun. Allah’ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen onu (Abdullah ibn Ubeyy’i) öldüremezsin ve öldürmeye muktedir değilsin, demiş.

Bu defa da (Eşhelî ve Evsî) Useyd ibnu’l-Hudayr ayağa kalkarak Sa’d ibn Ubâde’ye karşı:

— Allah’ın bekâ ve ebediyetine yemîn ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücâdele ediyorsun! diye mukabele etmiş.

Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar. Hattâ birbirleriyle muharebe etmeye kastetmişler. Rasûlüllah ise henüz minber üzerinde bulunuyormuş. Hemen minberden inmiş ve bunları sükûnete kavuşturuncaya kadar onlara yumuşaklıkla davranmış, kendisi de başka bir şey söylemeyip, sükût etmiş.

(Bana gelince): Ben, o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin Bâbam ve anam yanıma geldiler. Ben bu suretle iki gece, bir gün ağladım. Hattâ ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım.

Âişe dedi ki: Bir ara ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensâr’dan bir kadın izin istemişti, ben de izin vermiştim. O da oturup benimle ağlıyordu. Biz bu vaziyette iken ansızın Rasûlüllah içeriye girdi. (Yanıma) oturdu. Halbuki Rasûlüllah bundan evvel hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Ve Rasûlüllah bir ay beklediği hâlde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı.

Âişe devamla şöyle demiştir: Rasûlüllah Şehâdet kelimesini söyledi, sonra (iftiracıların iftirasından kinaye olarak):

— “Yâ Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnâdlardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok, eğer böyle bir günâha yaklaştınsa Allah’tan mağfiret dile ve Allah’a tevbe et. Çünkü kul, günâhını i’tirâf ve sonra tevbe edince Allah da ona afv ile muamele buyurur” dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasûlüllah bu hitabesini bitirince (musibetin ifrat harâretiyle) gözümün yaşı kesildi. Nihayet gözyaşından bir damla bulamıyordum. Hemen babama:

— Rasûlüllah’ın söylediği söze benim tarafımdan cevâb ver! dedim. Bâbam:

— Vallahi kızım, Rasûlüllah’a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Sonra anama:

— Rasûlüllah’ın söylediği söze benim tarafımdan cevâb ver! dedim. O da:

— Vallahi ben de Rasûlüllah’a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.

Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur’ân’dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum. Bu sebebden ben şöyle dedim:

— Vallahi ben bildim ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz; o sizin nefsinizde yerleşti ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size: “Ben berî’im” desem -Allah benim muhakkak beri olduğumu bilmektedir-, benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer ben size bir iş i’tirâf etsem -Allah kesin surette benim beri olduğumu biliyor-, Siz muhakkak beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette benim ve sizin için bir mesel bulamıyorum; ancak Yûsuf Peygamber’in babası Ya’kûb aleyhi’sselâmı örnek buluyorum. Yûsuf’un kardeşleri, Yûsuf’un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Ya’kûb, oğullarına: “Fe sabrun cemîlun. Vallâhu’l-mute’ânu alâ mâtasıfûn = Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş. Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah’tır” (Yûsuf: 18) demişti.

Ben bu sözü söyledim. Sonra yatağıma doğru uzandım. Ben yalnız Allah’ın beni temize çıkarmasını umar dururdum. Lâkin vallahi hakkımda okunur bir vahiy indirmesini hiç düşünmezdim ve ben, bana âid bir mes’ele için Kur’ân diliyle kelâm edilmesinden elbette çok hakîr bulunuyordum. Fakat şunu muhakkak surette umardım ki: Rasûlüllah uykusunda bir ru’yâ görsün de Allah beni o rü’yâ ile temize çıkarsın! Vallahi Rasûlüllah yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı. Nihayet Rasûlüllah üzerine vahiy indirildi ve O’nu vahyin ağırlık ve şiddetinden terlemek gibi vahiy eserleri kapladı. Hattâ O’ndan vahiy esnasında kış günleri bile inci tanesi gibi ter dökülürdü. Rasûlüllah’tan vahiy eserleri gidince, O sevincinden gülüyordu. Ve bana ilk söylediği söz şu oldu:

— “Yâ Âişe! Allah’a hamd et! Allah seni (iftiracıların isnadından) kat’î surette temize çıkardı”. Bunun üzerine anam bana:

— Kızım kalk da Rasûlüllah’a teşekkür et! dedi. Ben:

— Hayır, ben O’na kalkmam. Ben yalnız Allah’a hamd ederim, dedim.

İşte Yüce Allah! (Benim berâetim-hakkında) şu âyetleri indirdi: “O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan günâhın büyüğünü üzerine alan o adama da büyük bir azâb vardır. Ne vardı onu işittiğiniz vakit erkek mü’minlerle kadın mü’minler kendi kendilerine güzel zan etselerdi de; ‘Bu açık bir iftiradır’ deselerdi ya! Ona dört şâhid getirselerdi ya! Mademki bu şâhidleri getiremediler, o hâlde onlar Allah indinde yalancılardan ibarettirler. Eğer dünyâda ve âhirette Allah’ın fadlı ve rahmeti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan dolayı sizi herhalde büyük bir azâb çarpardı. O zaman siz o iftirayı dillerinizle birbirinize yetiştiriyorsunuz. Hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve bunu kolay sanıyordunuz. Halbuki bu Allah yanında büyük bir vebaldir. Onu işittiğiniz vakit: ‘Bunu söylemek bize yakışmaz; hâşâ bu büyük bir bühtandır, deseydiniz ya! Eğer siz imân eden kimseler iseniz, böyle bir şeye hayatta bulunduğunuz müddetçe bir daha dönmeyesiniz diye Allah size öğüt veriyor. Ve sizin için âyetlerini açık açık bildiriyor. Allah hakkıyla bilen, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Kötü sözlerin îmân edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler, dünyâda da âhirette de onlar için pek elemli bir azâb vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya üzerinizde Allah’ın fadlı ve rahmeti olmasaydı, ya hakikat Allah çok re’fetli, çok merhametli olmasaydı (hâliniz nereye varırdı)? Ey îmân edenler! Şeytânın adımları ardınca gitmeyin. Kim şeytânın adımlarına uyarsa şübhesiz ki o, kötülüğü ve meşru olmayanı emreder. Eğer üzerinizde Allah’ın fadlı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiriniz ebedî temize çıkamazdı. Ancak Allah’tır ki kimi dilerse temize çıkarır. Allah hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir” (Nûr Suresi 11- 21).

Rasûlüllah, Zeyneb bintu Cahş’a da benim hâlimden sorup:

— “Yâ Zeyneb! Âişe hakkında ne bildin ve ne gördün?” demişti. Zeyneb de:

— Yâ Rasûlüllah! Ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem, diye güzel şehâdet etmiştir.

Bu hususta Âişe: Zeyneb (Peygamber’in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber’in yanındaki mevkii bakımından) bana rekabet eden bir kadındı. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu, demiştir.

Hazreti Ayşe’nin Duruşu

Bu hadise baştan sona bize Hazreti Ayşe’nin zekasını ve duygusal olgunluğunu gösteriyor. Gerçekten de bilinir ki insanlar sizin aleyhinizde şüpheye düşünce, ne kadar çok konuşursanız şüpheleri o kadar artar. Hazreti Ayşe bunu anlamış ve iftiralar karşısında susmayı ve tevekkül etmeyi tercih etmiştir. Eğer Ayşe validemiz Peygamber ile altı yaşında evlendiyse, Ifk hadisesi bu tarihten dört sene sonra, yani on üç yaşındayken olmuştu. Böylesine bir duruşu on üç yaşındaki bir kız gösterebilir mi bilmiyorum fakat gösterdiği davranışa bakarak onun olgun ve sabırlı bir karaktere sahip olduğunu anlayabiliyoruz.

Burada Hazreti Ayşe’nin Allah’a ve onun peygamberine olan inancı da görebiliyoruz. Ona inen vahiyden hiç tereddüt etmiyor. Ayet-i kerimelerden sonra yaşadığı sıkıntılı dönem için üzülen Hazreti Ayşe’nin, yalnızca kendisini temize çıkaran Allah’a teşekkür edeceğini bildirmesi onun güçlü karakterini ve derin inancını göstermektedir. O herkesin boyun büktüğü ve sözlerine itaat ettiğin hükümdarın yanında inandığı Allah’a güvenerek kendi karakterine has tavır sergileyebilmektedir.

Peygamber efendimize karşı gösterdiği zekice duruş ile ilgili başka bir örnek vermek de yerinde olacaktır.

… o da Âişe’den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben senin benden razı olduğun ve bana dargın bulunduğun zamanı pekâla bilirim.» dedi. Ben:

— Bunu nerden biliyorsun? dedim.

«Benden razı isen, Muhammed’in Rabbi hakkı için; dargınsan, İbrahim’in Rabbi hakkı için diyorsun.» buyurdu. Ben:

— Evet! Vallahi ya Resûlallah! Ben yalnız senin ismini bırakıyorum, dedim. (Sahîh-i Müslim, Sahabe’nin Faziletleri, 13/6438)

Hazret-i Âişe’nin: «Ben yalnız senin ismini bırakıyorum» sözünden muradı; kalbim ve sana karşı olan sevgim yerindedir, demektir.  Burada da inanç esaslarını iyi bilen ve Peygambere karşı terbiyeli davranmayı bırakmayan ama bununla birlikte de kadınlık hislerini eşine ustalıkla yansıtabilen bir şahsiyet görüyoruz. İbrahim aleyhisselam hanif dininin en önemli şahsiyetlerinden ve İsmail aleyhisselam yolu ile Peygamber efendimizin dedelerindendir. Hazreti Ayşe, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ismini terk edince onunla alâkayı kesmiş olmamak için yerine en yakınının ismini zikretmiştir.

Sonuç ve Öneri

Peygamber vefat ettikten sonra Ayşe validemiz onun dinini yaymak için çeşitli rivayetlerde bulunmuş ve onun pratiklerini savunmuştur. Çeşitli durumlarda Peygamber’in pratiklerini ortaya koyarak bazı yanlışları düzeltmek için uğraşmıştır. Bu deliller de onun kocasını sevdiğinin ve onun getirdiği dine saygı duyduğunun göstergesidir. 

Günümüzde küçük yaştaki bir kızın kesinlikle evlendirilmeyeceği üzerinde kamunun ortak bir vicdani sözleşmesi vardır. Toplumumuz bunu kabul etmez ve ahlaksızlık olarak görür. Bu konu hakkında düzenlemelerin yapılması ve devletin kurallarına uyulması gerekir. Bunun yanında anlayamadığımız bu hadiseye yine modern dünya felsefesi ile farklı bir perspektiften baktığımızda aslında hayalimizde kurduğumuz sonuçların ortaya çıkmadığını rahatlıkla görebiliriz. İstismar edilerek çok az bir zaman yaşamış, mutsuz ve hayatı elinden alınmış bir kız çocuğu yerine uzun yıllar sağlıklı, mutlu ve güçlü bir şekilde yaşamış bir kadın karşımıza çıkar. 

Bu perspektiften konu incelendiğinde artık bu kişilerin kaç yaşında evlendiği üzerine can sıkıcı arayışların bir önemi kalmaz. En azından bu konuda uzman olmayan insanlar için böyledir. Her konu üzerine yapılacak detaylı çalışmalarda olduğu gibi uzmanlarının bu konuyu da araştırması önem arz eder fakat son dönemlerde kaleme alınan çalışmalara bakılırsa Hazreti Ayşe’nin yaşı ile alakalı çok farklı ve iddialı tespitler ortaya atılmakta ve uzmanı olmayan kişiler için kafa karışıklığına sebep olmaktadır. 

İlmi meselelerdeki derinliği, ifk hadisesindeki olgunluğu onun yaşının daha büyük olabileceğini göstermektedir fakat o dönemdeki insanların olgunlaşma hızlarını bilememekten ve üzerine konuştuğumuz kişilerin normal insanlardan daha farklı özelliklere sahip olabilecekleri ihtimalinden dolayı kesin bir şey söyleyemiyorum. İster dokuz yaşında, ister on sekiz yaşında evlendiğini varsayalım bu hanımefendi genç yaşına rağmen herkesin saygınlığını kazanmıştır. 

Düşüncelerin konuşulması ve tartışılması elbetteki önemlidir fakat tek bir noktaya takılarak bütünü değerlendirmemek insafa yakışmaz. Nasıl ki bir şeyi sağlıklı bir şekilde kabul edebilmek için tutarlı bir açıklama gerekiyorsa bir şeyi reddedebilmek için de tutarlı bir şekilde bunun yanlış olduğunu ispatlamak gerekir. Eğer kabulü ve reddi tutarlı bir şekilde ispatlanamıyorsa yapılacak en iyi şey susmaktır.

Abdullah Sönmez

Çok düşünen kişinin yazarak kendini rahatlatması gerekir.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.