Kelâmbaz
Batılılaşsak Da Mı Saklasak Batılılaşmasak Da...

Batılılaşsak Da Mı Saklasak Batılılaşmasak Da…

Lise yıllarında evde akvaryum kurmuştum. Bir sabah kalktım ki iki sarı prensesim yan dönmüş, adeta biz gidiyoruz diye el sallıyorlar. Panik içinde ne yapacağım diye düşünürken babaannem meseleye el attı. Balıkları ayrı kavanozlara alıp içine biraz “baybirin” (bebek aspirini) ezip şifa bulmaya bıraktım. Okuldan döndüğümde balıklar çöp konteynerini boylamıştı bile. Babaannem gayet kendinden emin: balıkların ömrü o kadarmış. E tabi, Karadenizlinin haksız olduğu görülmemiştir. Baş ağrısı, diş ağrısı, tansiyon, mide gazı hatta balık gribi, baybirin her derde deva… Milletimizin batılılaşma hikâyesi de ninemin baybirin vakasından hallice. Hasta kimdir, hastalığı nedir, içtimai yapısı, ferdi yapısı nasıldır gibi temel sorular dahi sorulmadan yazılmış batı taklitçiliği reçetesini tatbik etmeye çalışıyoruz. Bu ilacı içen cemiyet de balıklarımla aynı akıbeti yaşamak üzere…

Uzun yıllar Türkiye’de de çalışan İngiliz müsteşrik Arnold Toynbee’nin tespitine göre, kendilerini/varlıklarını tehlikede hisseden milletler iki farklı davranış şekline girmektedirler. Ya bu tehlikeye karşı kendi içlerinden bir karşı reaksiyon hareketi ortaya çıkarmakta ya da daha kolay olanı seçip başarılı gördükleri milleti taklit etme yoluna gitmekteler. Batının askeri güç, coğrafi keşiflerle başlayıp sanayi devrimiyle somutlaşan ilerlemesi ve dolayısıyla geri kalışımıza cevabımız, ikinci şıkkı seçip salt batı taklitçiliği yapmak oldu. Neden bu şıkkın tercih edildiği sorusunun çok çeşitli cevapları var elbette. Fakat bu yazıda neden batılılaşmanın tercih edildiğini değil bu taklitçiliğin neden yanlış olduğunu ve neticelerini irdeleyeceğiz.

Batılılaşmanın Nesi Yanlış?

İklim, coğrafya, tarih, din, dil vb. müessirler cemiyetleri diğerlerinden farklılaştırır. Her milletin sahip olduğu bazı hususiyetler ve üstünde yükseldiği değerler vardır. Dolayısıyla her milletin ve devletin kalkınma reçetesinin de kendine mahsus dinamikler ışığında hazırlanması gerektiği aşikardır. Salt taklitçilik doğru tedavi olamaz. Dahası, kan şekeri düşmüş insanı canlandıran şeker, şeker hastasına verilince onu komaya sokar.

Soru; Batılıyla bizim ne farkımız var? Batılı en başta maddecidir, ikinci olarak da ferdiyetçidir. Zihinleri iğfal olmuş aydınlarımız ve maddi çıkarını Batılılaşmakta gören idarecilerimiz bu iki temel farklılığı görmezden gelerek bizi tavizsiz bir batılılaşma yoluna soktular. En basitinden Batının kendi dinamiklerinin mahsulü olan sınıf çatışmalarını, ideolojilerini ve din düşmanlığını aynen ithal ettiler. Bizim problemlerimize cevap aramak yerine batının kendi problemlerine buldukları cevapları önümüze getirip çözüm reçetesi diye dayattılar. Yetmedi, alfabe, takvimler, tatil günleri, kısacası günlük hayata dair her şeyi batıdaki muadilleri ile değiştirdiler. Netice tam bir hüsran oldu, bir arpa boyu yol alamadık.

Evet, Batılılaşma hareketini eleştiriyoruz. Fakat batının vardığı noktayı küllün reddetmiyoruz. Biz, gerçeklerimizle, kültürümüzle, değerlerimizle kavga pahasına zorla dayatılan kör taklitçiliğe karşıyız. Yoksa Avrupa’nın halihazırda bayraktarlığını yaptığı fikir ve din hürriyeti, hukukun üstünlüğü, ilme kıymet vermek gibi mefhumları zaten kendi kaybettiğimiz değerlerimiz olarak görüyoruz.

Bizi kalkındıracak olanın şekil taklitçiliği değil, çilesini çektiğimiz, özümsediğimiz, ipek gibi dokuduğumuz kültürümüz ve değerlerimizle de yoğurduğumuz bir zihni reform olduğunu söylüyoruz.

Batıcılığın Alternatifi Var mı?

Batılılaşma hikâyemizin ilk senaristleri olan Tanzimatçılar, Osmanlı şeriatını toptan kaldırıp Fransız medeni kanununu getirmek istediler. Ahmet Cevdet Paşa merhum buna şiddetle karşı çıktı ve mâhir bir heyetin reisliğinde Mecelle’yi hazırladı. Mecelle bugün dahi çeşitli bölümleri birçok ülke tarafından tatbik edilen bir hukuk metni. Bu misal, tembellik etmeden, çalışarak, kendi değerlerimizle de büyük işler yapılabildiğini gösteriyor. Yeter ki kendi yetersizliğimizi dinimize, kültürümüze, milletimize bağlayıp üzerimize vazife olan işten kaçmayalım.

Her ne kadar 2.Cihan Harbi mağlubiyetinden sonra batıya teslim olsa da Japonya da bu konuda bize nispeten daha iyi bir numune olabilir. Japon’lar da bizimle benzer şekilde batı menşeili çeşitli askeri ve idari ıslahatlar yaptılar. Ama bunları günlük hayatlarını ters yüz ederek kültürleriyle kavga ederek yapmadılar. Sözgelimi zor olan alfabelerini de değiştirme yoluna gitmediler.

Batıcılığın Gayrimeşru Çocukları

Batılının yaşayışında gördüğümüzü aynen getirip doğunun insanına monte edince doğan görünümlü şahin gibi bir şey çıktı ortaya. Ne Doğulu, ne Batılı, ucube bir cemiyet. Kadını açılıp, erkeği içki içince batılı olup kalkınacağını sanan zavallılar sürüsü. Yakında “iş çıkışı bira içmediğimiz için olmuyor bu iş” derlerse ona da şaşırmayacağız.

Batılı maddecidir, dünya cennetine inanır ama bunu kazanmak için de gereken çalışmayı yapar, o bedeli öder. Babası kaldığı odanın kirasını istese Berkecan yine de batıyı sevecek midir acaba? Oysa Berkecan üniversitede yakınındaki cafede arkadaşlarıyla Orta Doğuyu aşağılayan konuşmalar yaparken hayli de Batılıdır. Maddiyatçılığı sonuna kadar benimser ama tembelliğinden de vazgeçmez.

Kazandığında “ben kazandım, ben harcarım” der ihtiyaç sahibine yardım etmeyi tembelliğe teşvik görür, ferdiyetçiliğin zirvelerinde dolaşır, başı sıkıştığında yanında ana baba desteği bulamazsa sövmeye ana babadan başlar, hâşâ Allah’a isyana kadar vardırır.

Maddeciliğin ve ferdiyetçiliğin cemiyete zoraki ikamesi, bizim gibi adaletin oturmadığı, fakir oranı da fazla olan bir ülkede rant, hırsızlık, vergi kaçırma gibi olayların zirveye çıkmasına da yol açtı şüphesiz. Paraya, güce sahip ol da, nasıl olursan ol. En masumu hayallerini gerçekleştirmek için piyango kuyruğunda sabahlıyor.

Batı Karşıtlığı

Batılılaşma kadar batı karşıtlığı da müthiş bir zeminde yükseliyor. Batı’da aleyhimize bir iş cereyan edince iPhone kırıp, şampuan boykotu yapıyoruz.

Esasen halkta karşılık bulan batı karşıtlığı, batıcılığın şekilci dayatmalarına karşı yükselen haklı bir itiraz. Fakat bu itiraz muhafazakar kesimin sözde âkil adamları tarafından doğru bir zemine çekileceği yerde “tek dişi kalmış canavar” edebiyatı tercih edilince, halk da “Hollanda akıl ol!” deyip portakal kesiyor…

Batı karşıtlığının yükseldiği zemin ise genelde Osmanlıcılık oluyor. Halbuki batılılaşma maceramız zaten Osmanlı ile başladı. 2.Mahmud dönemi yapılan reformlar batılılaşma değil miydi? Osmanlı batılılaşmasının sıkıntısı ise kuvvetle muhtemel şu oldu; Osmanlı üst düzey bürokratları sürekli bir azledilme ve müsadere korkusu taşıyorlardı. İşte bugün çok eleştirdiğimiz Tanzimat kadrosu batılılaşma hareketlerini biraz da kendilerini kurtarma hamlesi olarak gördüler. Bu hislerle, her birisi bir Avrupa ülkesinin uhdesine girdi. Batılılaşma bizim menfaatlerimiz doğrultusunda yapılacak reformlardan ziyade batılı devletlerin dayatmalarına dönüştü.

Diğer yandan bu karşıtlık işleri bana biraz da kolaycılık gibi geliyor. Kendin adam olmaya çalışmaktansa falana karşıt oluyorsun hem rahat hem konforlu. Evet belki batı kötü ama biz de iyi miyiz? Batıyı kullanarak kendi ayıbımızı örtmeye çalışıyor olmayalım?


Müslümanların Batıcılığı

En kötüsü artık muhafazakârlar da sisteme ayak uydurdular, bir acayip tür batılı oldular. Bunu yapmak hiç de zor olmadı. Biraz para ve güç, temeli sağlam olmayan binayı ters yüz etti. Eskiden “İslamlık” batı için bir tehditti, şimdi sistemin içine girmiş ama kural tanımayan Müslümanlar kaldı sadece tehdit olarak.

Bir amcamız gençlerle ilmihal okurken, bey ve şira (alışveriş) bahsine gelince gençler; “Biz buraları tarihi bilgi diye okumuyorduk” deyivermiş. Helal rızık, tasavvuf, önce din kardeşini düşünmek gibi mefhumlar artık birer tarihi bilgi hüviyetinde.

Tevekkül tedavülden kalkalı çok oldu. Yerini psikiyatri kliniklerinden yazılan panik atak ilaçları aldı.

18 sene sonra emekli olunca alacağı yazlığı planlayan adama tûl-i emel sahibi olmanın kötülüğünden şöyle çaktırmadan bahsediversek bize deli der herhalde.

“Biz yapmayınca onlar kazanıyor”cular var bir de. Uyuşturucu satışı, insan kaçakçılığı, fuhuş, tefecilik.. Acaba bu pastalardan da mı pay alsak? Sınırları bir kere yıktığınızda bir yerde durabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Dârül harp cevazlarını 32 farz gibi ezberlemeye çalışanlar ayrı bir uçta. Bilmeye, öğrenmeye itirazımız yok ama o son çıkış kapımız olsun. Evinde mi dârül harp?

Eskiden babalar erkek evlatlarını meslek sahibi olsun diye ev, araba satıp üniversiteye gönderirken, namazını aksatır mı acaba diye düşünüyordu. O dedenin torunu, çocuğu da olduğu halde, hanımın maaşı az, daha çok kazansın diye arabasını satıp diyetisyenlik okumaya gönderiyor. Ne fedakârlık!…

Belediyeler en çok çocuk hapishanesi pardon kreşi yapma yarışmasına giriştiler. Çocuklara kreş anneleri değil de öz anneleri baksın diyenler olarak neslimiz tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.

Batıya yetişmek, yenmek için maddeye sahip olmamız gerektiğine inandırıldık. Maddeye sahip olduğumuzda uğruna mücadele ettiğimiz mânâyı unuttuk.

Bünyamin Ekmen

Bünyamin Ekmen

Makina mühendisi, müteşebbis. Kelambaz mecrasının imtiyaz sahibi.

Okumayı ve paylaşmayı sever. Burada olmaktan dolayı çok mutlu.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!