Kelâmbaz

Balkan Savaşında Düşman Çatalca’dan Neden Geri Döndü?

Balkan savaşında Abdullah Paşa komutasındaki 175 bin kişilik ordumuz büyük bir hezimete uğramıştı. Korkunç bir bozgun vardı. Binlerce asker, sivil İstanbul’a doğru kaçıyordu. Her taraf yaralı ve ölülerle doluydu. Sanki gökten ceset yağmıştı. Açlık, soğuk, çamur orduyu perişan etmişti. Bu harpte savaş muhabiri olarak çalışan Fransız gazeteci Stephan Lauzan yazdığı hâtıralarında bizzat şâhit olduğu ibretli olayları şöyle anlatıyordu:

“…Lüleburgaz savaşı dört gün sürdü. Osmanlı ordusu bozulmuştu  Bu dört gün, savaşın genel sonucunu tayin etti, yani Osmanlı ordusu  kaybetti. Osmanlı ordusunun başarısızlığı bir yenilgi ve felakete dönüştü.

Harbin devam ettiği dört günde başkumandan Abdullah Paşa genel karargâhın bulunduğu küçük bir evde kapalı kalmıştı. 29 Ekim akşamı Daily Telegraph gazetesinin muhâbiri Berhalt, büyük bir rastlantı eseri komutanı evinde ziyaret etmişti. Komutan âdetâ açlıktan ölüyordu. Emir subayları tırnakları ile evin bahçesini kazıp mısır koçanları bulmaya çalışıyorlardı. Buldukları kökleri un bulamacı ile pişiriyorlardı.

İşte 175 bin kişiye kumanda eden Abdullah Paşa’nın bütün yiyeceği buydu. Berhalt yanında getirdiği birkaç konserveyi paşaya sundu. Abdullah Paşa onlarla üç gün beslendi.

Sonra paşa;

– Siz yetişmeseydiniz herhalde ayakta bile duramazdım! demişti.

Bulgar topçusu Osmanlı ordusu  üzerine ölüm saçmaktan bir an bile geri durmadı. Sabah sol kanada yağan gülleler bu defa merkez hattına yağıyordu. Bir saat içinde merkez de geri çekilecek duruma sokulmuştu. 31 Ekim akşamına doğru 175 bin kişilik Osmanlı ordusu tam bir bozguna uğradı. Ordu nâmına  ortada, ovaya çeşitli yollardan, daha doğrusu yolu olmayan yerlerden akın eden ve buradan da Çatalca hattına doğru akan firarilerden başka bir kalabalık kalmamıştı.

Topçular toplarını, levâzımcılar malzemelerini bırakıyorlar, ya da biraz erzak uğruna kendi hayvanlarını öldürüyorlardı. Piyadeler tüfeklerini yerlere atıp gidiyorlardı. Osmanlı ordusunun kalan kısmı da hiç kimse tarafından engellenmeden ovalarda başı boş dolaştı durdu. Bunu takip eden bütün gece ve gün sonrasında  100 bin kişinin felaketi olan bozgunun üstüne mâsum ve korkunç bir kâbus çöküverdi. Bu kâbus açlıktı.

Amansız Açlık…

Osmanlı ordusunda  süvarilerin gürültüsünü, yaralıların iniltisini bastıran “Ekmek! Ekmek!” çığlıkları bir annenin bedduası gibi gök yüzüne yükseliyordu. Bağımsız süvari Tümen Komutanı Cemil Bey, karmakarışık bir halde firar eden bir takımın üzerine atılmış;

– Neden kaçıyorsunuz? diye bağırmıştı.

Şu karşılığı verdiler:

– Evet kaçıyoruz. Çünkü ekmeğimiz tükendi!

Bir subay açlıktan bayılacak hale gelmişti. Yirmi dört saat boyunca ağzına iki çikolatadan başka bir şey koymamıştı. Son bir tedbir olarak paltosunun iç cebine bir ekmek parçası saklamıştı. Sabah olduğunda subay atını durdurmuştu. Bitkin bir halde ekmeğini çıkarmış, eğeri üstünde doğrulup yemeğe hazırlanmıştı.

Ancak o anda yolun kenarında sabahın alaca karanlığında ovaya serili duran cesetlerden daha donuk bir hale gelmiş bir yaralıyı fark etmişti. Yaralı doğrulmuş, öylesine yalvaran bir tavırla elini uzatmıştı ki, subayın yüreği parçalanmış; elindeki ekmeğini, yani o son yiyeceğini ağzına götürememişti. Bu zavallı yaralının avucuna bırakmak istemiş, ama tam o sırada atı hareketlenmiş ve ekmek elinden kayıp çamurların içine düşmüştü. İşte o zaman yaralı, kendini yere atmış, insan kanı ile karışmış çamurlar içinde kalan bu ekmeğe benzer parçayı yakalamış ve bir anda ağzına götürüp yemeye başlamıştı.”

Top Sesleri İstanbul’dan Duyuluyor!

Düşmanın Çatalca’ya dayandığı, top seslerinin İstanbul’dan duyulduğu günlerde genç bir kız olan yazar Münevver Ayaşlı da hâtıralarında şöyle diyor:

“Evet, Balkan harbi bir faciaydı. Mağlubiyetten başka orduda kolera da başlamış, kolera İstanbul’a da sirâyet etmişti.

İstanbul’a lepiska saçlı, boncuk mavisi gözlü, çıplak ayakları çamur içinde güzel çocuklar yaya olarak geliyordu. Öküz arabalarında ise ihtiyarlar, hastalar ve yatak yorganları vardı.

Rumeli boşalıyordu. İstanbul’da yer kalmamıştı. Selâtin câmilerine tıka basa Rumeli muhâcirleri dolduruyorlardı.

Ağabeyim Galatasaray Sultânîsi’ne gidiyordu. Bir gün vakitsiz eve gelmiş kanepeye uzanmış ağlıyordu.

Anneme sordum:

– Ağabeyim rahatsız mı?

Yok hasta değil. Vatanı için ağlıyor. Selanik’i Yunanlar almış.

Ben de küçük iskemlemi aldım. Odanın bir köşesine çekildim, ellerimle yüzümü kapattım. Başladım hüngür hüngür ağlamaya.

Hakikaten, harp aleyhimize dönmüştü. Hezimet hezimet… Bulgar, Çatalca’ya kadar gelmişti. Düşman topları İstanbul’dan duyuluyordu. Evlerin camları sarsılıyordu. Felaket…

    Evliyânın Duâsı…

O zamanlar İstanbul’da büyük bir zât vardı. Sâhib-i zaman Fatih Türbedârı Ahmet Amiş(*) Hazretleri (kuddise sirruh) ve Hacı Maksud Efendi. Bu iki tasarruf sahibi büyük zat: “Darü’l Hilafet’e (**) Bulgar’ı mı sokacağız?” demişler ve başlamışlar sabaha kadar tazarrua. Yalvarmışlar, yakarmışlar… O kadar ki Ahmet Amiş Hazretleri’nin çamaşırları sırılsıklam olur, sık sık çamaşır değiştirir, çıkardığı çamaşırları sıksanız su çıkacak kadar ıslak olurmuş.

 

Evet, ertesi günü gazeteler büyük puntolarla, İstanbul halkını müjdeliyordu:

  – Bulgarlar Çatalca’dan çekildiler.

Bulgar ordusunun Çatalca’ya dayandığı , top seslerinin İstanbul’da camları titrettiği günlerde, dağılmış, bozulmuş Osmanlı ordusunun tekrar toparlanarak Bulgarları Çatalca’dan geri döndürebilmesi hep merak edilir…

İslam âlimleri buyurmuşlar ki; ‘Evliyânın duası, namludan çıkan kurşunu geri çevirir.’ Demek ki, Ahmet Amiş Hazretleri gibi daha nice evliyanın ve mâsum İstanbul halkının göz yaşı ve duası, düşmanı İstanbul’a sokmamıştır…

 

(*) Ahmet Amiş Efendi: 1807’de Tuna vilayetine bağlı Tırnova’da doğdu. 1920’de İstanbul’da vefat etti. Kabri, Fatih Camii yanındaki kabristandadır.

(**) İstanbul

Kaynaklar:

Osmanlı’nın Bozgun Yılları- Stephan Lauzan

Rumeli ve Muhteşem İstanbul- Münevver Ayaşlı

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Düzeltme
    Yazı için teşekkürler. Bahsettiğiniz Allah dostu zat şuan tüm çatalca lilarin da bildiği hatta kabakça köyüne giderseniz daha net bi şekilde oraya gelen zatın dua ettiği yeri ve isminin de SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (k. s) olduğuna şahitlik ediyoruz.

Bizi Takip Et!