Kelâmbaz
Sultan Abdülhamid Han

Unutturulan Sultan Abdülhamid Beyannâmesi

Vefatının 100. yılında Sultan Abdülhamid Han’ı herkes kendince anıyor. Şüphesiz Müslümanların gönlünde her daim hayırla yad edilecektir. Ancak tarihi hakikatler dizi ve romanlarla değil vesikalarla öğrenilir. Dizi ve romanlar birer propaganda vasıtasıdır. Kimi zaman gerçekleri kimi zaman da senarist ve romancıların uydurdukları hayalleri anlatırlar. Olanı değil olması istenileni insanlara sunarlar. Böylece bazı gerçekler örtülür, pek çok hakikat unutturulur.

31 Mart vakası bahane edilerek Sultan Abdülhamid tahttan indirildiğinde bir hal’ fetvası hazırlandı. Bu fetvada onun din kitaplarını yaktığı, zulüm ve katliamla memleketi idare ettiği gibi pek çok iftira yazılmıştı. İttihad ve Terakki hükûmeti bu metnin alt yapısını seneler evvel atmıştı. Zira burada yazanların bilinmesi milletin de hakkıydı. Onlar halk için halka rağmen Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek isteyen, hürriyet kahramanlarıydı. Dolayısıyla yalan ve iftira hürriyetini sonuna kadar kullanmak en büyük haklarıydı.

Netice olarak Sultan Abdülhamid hakkında beyannâmeler yayınlayarak ümmeti ona karşı baş kaldırmaya, ayaklanmaya davet ediyorlardı. Burada milletin nasıl bir Abdülhamid’e inanmaları gerektiğinin de sınırlarını çiziyorlardı. Eğer bu sınırların dışında bir Abdülhamid’den bahsedilirse bu hürriyet düşmanlığıydı. Hürriyet düşmanlarının da sonu tabi ki (onların tabiriyle) “dehşetli bir ölüm“dü.

Gelin roman, film ve dizilerdeki hayali senaryolara aldanmadan gerçeklere göz atalım. Daha fazla yorum yapmadan işte bu unutturulan beyannâmelerden birine okuyalım.

Daha fazla malumat ve diğer beyannameleri okumak isteyenlere Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu’nun “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük 1889-1902” kitabını tavsiye ediyoruz. İttihad ve Terakki’nin parti programlarından, teşkilat yapılarına, üye listelerine kadar tamamı birinci el kaynaklardan oluşan bir kitaptır. Bu çalışmada Jön Türklerin arşivlerde bulunan pek çok vesikası olduğu gibi Latinize edilmiştir.

İşte buradan iktibas ettiğimiz beyannamede bazı anlaşılması zor kelimelerin köşeli parantezlerle manalarını yazdık. Ancak hepsini de teker teker yazmak yazıyı uzattığı için de bazı yerleri de olduğu gibi bıraktık. Takdir ve yorum sizlerin…

BEYANNÂME

“Osmanlılar!
Yirmi seneden beri talihsiz başımızda zulm ve gadr değirmenlerini döndüren ellerimizdeki parayı yedikden ve damarlarımızdaki kanı emdikden başka şimdi de dest-i hûnrîzini [kan dökücü elini] tâ kalbimize sokmaya hazırlanan zalim ve gaddar Abdülhamid’in devr-i hükûmetindeki mel’anet ve mefsedetin [fesatların, kötülüklerin] derecesini ta’yin etmekden âciziz.

Nerede bir hânemân sönse, nerede ahali düçâr-i mezalim edilse[işkenceye uğrasa], nerede iki vatandaş birbirinin kanına girmeğe çalışsa hepsinin de Abdülhamid’in kanlı parmaklarıyla yapıldığını artık öğrenmeyen kalmadı. Hâl böyle iken, ma’teessüf, bugün de birkaç söz söylemek mecburiyetindeyiz.
Evet, teb’asına zulm ve gadr eden hükümdarlar görülmüş ise de başına geçesi tacını milletinin kanıyla muhafaza etmek ve şu denî [alçak] dünyada muvakkat[kısa] bir zevk sürmek içün vatanını ve teb’asını bile bile Moskof’a vermekde olan Abdülhamid gibi mühîn-i din ve millet [dini ve milleti aşağılayan, hakir gören] bir hükümdar hiç işidilmemişdir; bu derece denaat[alçaklık], bu kadar ihanet hiçbir ferdde görülmemişdir!

İstihsâline muvaffak olduğu (Kanun-i Esasi) uğruna şehîd (Midhat Paşa) Taif’de iplerle boğduruldu. Binlerce talebe-i ûlum[ilim talebesi] ile nice nice ahrar-ı millet [hür kimseler] Yıldız işkencehânelerinde aylarca zincir-i gadre urulduktan[zincire vurulduktan] sonra nihayet Marmara Denizi’nde öldürüldü.

Hadsiz hesabsız efâzıl-i ümmet[ümmetin aydınları] asılsız bahanelerle İstanbul’dan uzak yerlere sürdürüldü. Yıldız’daki saray, mahsus teb’a-i mazlûmeye[vatandaşa] taslît [musallat] edilen katiller, hırsızlar, namussuzlarla dolduruldu.

Milletin işini adl ü hakkaniyete göre tesviye etmek vazife-i şer’iyesiyle mükellef olan makamat-ı âliyeye[yüksek makama], cellâd Abdülhamid’in efkâr-ı müstebidâne[diktatör fikirlerine] ve evâmir-i hûnrîzânesine [kan dökücü buyruklarına] kör âlet olan alçaklar getirildi.

Valilerden ta Zabtiye Nâzırı’na varıncaya kadar vilâyet memurlarının ekserisi Yıldız şeytanının himaye-gerdelerinden olan en alçak katillerden, en edebsiz mürtekiblerden intihab olunarak itaatde, zulme tahammülde emsali olmayan kuzu gibi Osmanlılar ’ın sülük gibi kanlarını emmeye gönderildi.
Bir vakit yanardağlar gibi vardığı yerleri lerzenâk-ı dehşet eden[dehşetle titreten] ve daha yirmi sene evvel yüz binlerce, Moskof, Ulah, Sırb, Karadağ ve Bulgar’ı aylarca hâl-i inhizamda[yenilgide] bulunduran şanlı, canlı askerimiz şimdi Girid, Makedonya ve Havran eşkıyası gibi derme çatmalara gerçekden dayanamayacak kadar acıklı hallere ifrağ edildi [bırakıldı].

Yıldız Sarayını İşgal Edip Abdülhamid Hanı indiren Hareket Ordusu Eşkıyaları
Yıldız Sarayını İşgal Eden Hareket Ordusu Eşkıyaları

Hind denizlerinde ve Bahr-i Muhît-i Atlasî’de [Atlas Okyanusunda] cihana velvele salan, dehşetli ve kuvvetli donanmamız şimdi tersanede çürütülüp ortadan nâmı bile kaldırıldı.

İşte bunca mezâlimi, bu kadar ihaneti bile bile yapan nahak[haksız] yere halife diye takdis etdiğimiz alçak Abdülhamiddir!

Elhâsıl şu hainin yirmi sene zarfında kasden vatana vurduğu darbe-i inkırâz[yıkıcı darbe] ve tahribi kalemen ta’rif etmek muhaldir[yazmak imkansızdır]. Yalnız şurası düşünülsün ki rahmetli ecdadımıza asırlarca meydân-ı şan ve zafer ve her zerre-i hâki binlerce şühedamızın kıymetli kanlarıyla muhmir olan sevgili ve mukaddes vatanımızı yine asırlardan beri düşman-ı hürriyet ve istiklâlimiz bulunan Moskof’a sevine sevine veriyor. [Her zerresinde şehid kanları bulunan bu vatanımızı Ruslara seve seve veriyor.]

Osmanlılara berât-ı hürriyet vermeyi aklına bile getirmiyor. Ecdanın halife-i nâmeşru’u sıfat-ı rezîlesine[meşru olmayan hilafet rezaletine] mâsadak[uygun] olmak içün vücûd-i şenaat-alûduyla telvisinden [kötülük bulaşan vücuduyla kirletmekten] utanmadığı hilâfet-i mukaddeseyi esasından yıkarak, düşmanı canımıza bırakmayı daha müreccah[üstün] görüyor!..

Bakalım, bu muvaffakiyet-i nemrûdâneyi[Kafir Nemrud gibi başarısını] elde etmek içün yine evvelki gibi alabildiğine koşacak mıdır?!

İblis!   Şer’an memnu[yasak] olan hafiyelik meslek-i rezilini Osmanlılar arasında ihdâs, rütbe ve para bolluğu ile ahlâkımızı berbâd ederek babayı oğula, kardaşı kardaşına eziyet etmeye hazır bir raddeye getirdi!..

Hain!   Bununla da kanaat etmedi: Asırlardan beri kardaş gibi yaşamış olduğumuz Ermeni vatandaşlarımızla aramıza kandan nifak ü adavet tohumları saçdırdı. Şanlı tarihimize kanlı bir sahife açmak içün şeytanların da aklına gelmeyen mefsedetler, tedbirler uydurdu.

Döktüğü kanların buharı, saray-ı menhusunun[uğursuz sarayının] ufkundan halâ sıyrılmamış ve bunca kadınların ve masum çocukların ah ü enini sımâh-ı insaniyetden hâlâ çıkmamış olduğu bir an dehşet nişanda kudurmuş köpekler, kana susamış cellâdlar gibi şimdi de silâh ü gadr ü çevrini var kuvvetiyle Müslümanlara doğru çevirdi!..

Gün geçmiyor ki binlerce erbâb-ı hamiyyet ve namûs Yıldız saray-ı mel’anet-ihtivâsının dehşetli zindanlarında tüfengci denilen korkunç suretti cellâdlar vasıtasıyla düçâr-ı işkence olmasun… Gün geçmiyor yine binlerce ahrar-ı ümmet müteaddid hususî vapurlarla uzak menfalara, muhavvef karelere gönderilmesün!..

Ansızın evlâd ü âyâyinin aguşundan koparılan şu erbâb-ı hamiyyet içün gitdikleri yerlere, geçdikleri denizlere, hazırlanacak medfen-i ebedîlerin tahtîri bile kalbinde zerre kadar muhabbet-i vataniye, milliye ve diniye taşıyanların tüylerini ürpertmemek kabil değildir.

İyi anlaşılıyor ki azîm bir tehlikeye marûz bulunuyoruz!
İşte (Ya hak Ya ölüm) nida-yı hürriyetkârânesiyle meydan-ı cihad ve fedakâriye atılan (Osmanlı İhtilâl Fırkası) bu tehlikeyi gidermek üzere ya milletin hakk-ı meşru’u olan (Kanuni- Esasî)yi alub bilâ fark bütün Osmanlıları nâil-i hürriyet ve saadet etmeğe çalışacak veyahud bu uğurda bir kalıncaya kadar terk-i hayat eyleyecekdir.

Bu yolda da akacak kanların vebâli Abdülhamid’in boynuna!

O nasıl bunca mazlumlara kıymış ve ailelerini matemler, feryadlar içinde bırakmış ise biz de murdar şahsına ve avenesine öyle kıyacağız!

Osmanlılar!  Bu mücahede-i vatanperverâne[bu vatansever cihadı] pek dehşetli olacakdır!

Bu miskinâne sükût ve sükûnu bırakınız. Sabr ü tahammül daire-i i’tidâli çokdan geçdi!..

Uyanınız, darbenize dağlar dayanmayan o kuvvetli ellerinize, cür’etli babalarımızdan miras kalan paslanmış silahları alınız, sokaklara fırlayınız.

Hain memurları, hafiyeleri gebertiniz.

Düşman eline düşüb de çoluğumuz çocuğumuzla zincir-i esaret ve hakarete uğramakdan veya bu Yıldız cellâdlarının elinde mel’abe-i gadr ü i’tisâf olmakdan ise İstanbul’da, taşrada heb birden toplanub asıl adüvv-i can ü hürriyetimiz olan Abdülhamid ve avanesiyle pençeleşerek namuskârâne terk-i hayat etmek daha hayırlıdır. Erbab-ı namûs ve hamiyyet içün en son vazife de budur!

Korkmayınız Osmanlılar!  Yalnız kalmakdan, süngülerden, tüfenklerden Ürkmeyiniz! Zira feda-yı hayatı göze aldırmış olan (Osmanlı İhtilâl Fırkası) her yerde muavenetinize hazırdır. Bu ana kadar kullanmadığı ateş-feşân humbaralarıyla Yıldız’ı ve her tarafdaki Yıldız mensublarını havaya atacakdır. Çünki biz Osmanlıları batırmaya uğraşıyorlar.

Ey Askerler!  Allah’ı tanımayan, Hazret-i Muhammed aley-üs-selât ve sellem Efendimiz’i tahkîr eden, sevgili vatanımızı Moskof’a satan, namaz kılmayan, oruç tutmayan böyle bir dinsiz padişahı muhafazada halâ sebat edecek misiniz? Aklınızı başınıza alınız. Memleketlerinizdeki ayâlinizle, ihtiyar babalarınıza, analarınıza acıyınız.

Öpmeye kıyamadığınız çocuklarınızın, din-i mukaddesimizin düşman altında kaldığını görmek istemiyorsanız silahınızı zalimlere Abdülhamid’e doğru çeviriniz. Sırası gelüb de başta ûlema bulunduğu halde Yıldız’a hücûm edecek ve Abdülhamid’i tepeleyecek olan şic’ân-ı ümmete yardım ediniz. Zira: Allah böyle emr ediyor!

Ey ümerâ!   Siz de alnınız terlemeksizin gün geçmeden birbiri ardınca aldığınız rütbelere, zahmetsizce kazandığınız paralara kapılarak birkaç günlük ikbâl içün dehşetli bir mevte uğramak istemezseniz gazanferâne hücûmlarıyla dağları titreten askerimizin başına geçiniz son nefesdeki mader-i vatanın imdadına koşunuz ki dinimiz ırzımız pâmâl-i â’dâ’ olmasun. Osmanlı nâm-ı şöhreti sahife-i âlemden kaldırılmasun! Asker nâmını taşıyanlar, namussuz değil namuslu ölmek içün çalışmalıdır. Sizde bu cesaret yok mu? Ya o rütbeleri, Müslümanlığın, Osmanlılığın mahvını hazırlamak içün mü aldınız?
Ey talebe-i ulûm!    Mazlûm milleti uyandırmasınlar diye binlerce arkadaşlarınızı Abdülhamid boğdurdu, öldürdü. Vaktiyle milletin intikam kılıcı siz iken şimdi bir zalimin kılıncına en evvel siz uğruyorsunuz. Birer birer sizi ortadan kaldırıyorlar. Siz ise sizi mahvetmek isteyen bu Yıldız celladlarından hâlâ intikam almıyorsunuz. Siz de cesaretsizliği, korkaklığı gördükçe şiddetini arttıran Abdülhamid’in şer’an hal’i[dinen indirilmesi]  lâzım geldiğini ahaliye anlatmak borcunuz iken neden ihtiyâr-ı sükûn ediyorsunuz?

Sizden biriniz böyle bir cesaret-i şer’iyede bulunsa binlerce ahrar-ı ümmet derhal size muavenet eder! Daha duracak mısınız? Makamât-ı mukaddesenin pâmâl-i huyûl-i âdâ [mukaddes hilafet makamının düşman ayağı altında] olmasına seyirci mi olacaksınız?

İşte yakında hem pek yakında halimiz İspanya’daki Arablardan beter olacak, dünyada İslâm nâmı kalmayacakdır. O zaman hevl-nâkda mı dua-yı İslâmiyet edeceksiniz?.. Cesarete geliniz! Bu acıklı hallere uğramadan zavallı millete bir şehrân-ı hidayet ü selâmet gösteriniz! Zira son pişmanlık faide vermez.
Ey Allah’dan korkmayan vükelâ ve ûlema!   Bu kadar tecahül ve gaflet neden ilerü geliyor? Yoksa sizin mayanız da Abdülhamid’in mayası gibi bozuk mudur?

Böyle namussuzcasına yaşamakdansa merdcesine ölmek, dünya rütbelerinin en mümtazı olduğunu bilmiyor musunuz? Öyle ise şunu biliniz ki: Elde humbaralar parladığı, revolverler patladığı, dinamitler cehennem âsa-aludlarıyla yumulasıca gözlerinize dehşet-res olduğu zaman yola gelseniz bile pek geç kalmış olacaksınız! O vakit ya bir silâh darbesi, ya bir dinamit parçası ile ceza-yı sezânızı bulacaksınız! Abdülhamid’in vücûdunu kaldıracaklara vaktiyle yardım ediniz!

Bu halde hücûmumuzdan âzade olursunuz!

Osmanlılar! Yine umumiyetle hitab ediyor ve tekrar söylüyoruz ki yalnız sevgili vatanımızı değil, devleti, hilâfeti, din-i İslâmî ve bütün Müslümanları mahva yürüyen Abdülhamid en birinci düşmanımız olan Moskof’a güvenerek artık iyice karar vermişdir ki Müslümanların son halifesi ûnvanını kazanmak içün tutduğu yoldan ayrılmaması lâzımdır! Dediğini de yapacakdır. Kâbe-i muazzamayı yâd ellere verecekdir!..

Daha duracak mısınız ey Müslim Osmanlılar?!

Yirmi senedir yapdığı zulmden, Kur’anı ehâdis-i şer’iyeyi tahrif etmesinden pay biçiniz. Bir an evvel ayaklanınız, köylerde kasabalarda şehirlerde İstanbul’da rast geldiğiniz hainleri, hafiyeleri tepeleyiniz. Bir vakt-i fırsatta Kur’an-ı azîm-üş-şan ve lihye-i pâk-i nebeviyi gark-ı ihtirama alarak, Yıldız’a hücûm ediniz.

Abdülhamid’i telvis etdiği[kirlettiği] makam-ı hilâfetden indiriniz. Ceza-yı sezâsını veriniz!.. Kalbinize korku girmesin, Allah en birinci yardımcınızdır. Zaten karşınıza kimse çıkmayacakdır! Kardaşlarınız olan birinci ve ikinci fırka askeri size silah atmayacakdır.

Bil’akis muavenetinize koşacak, Abdülhamid’i ve yardaklarını gebertmek içün sizinle beraber olacakdır!.. Evet her ordu dahilindekiler gibi Yıldız askerleri de [Yıldız Sarayını yağmalayıp, kadınların ırzına geçenleri kastediyor]  o şanlı ecdadımızın şanlı evlâdları olduklarından Yıldız’ın onlara görünmemesi ve hele sizin onlardan korkmanız beyhudedir! Siz onların din kardaşısınız, vatandaşısınız, hakkınızı isteyeceksiniz. Bu hakda ise kendinizin de hissesi var. Binaenaleyh, sizi kardaşcasına karşılayacaklar, kan dökülecekse bile zalimlerin kanı dökülecek, siz mazlumların da yüzü gülecekdir. Zira: (Kanun-i Esası) elde edilmiş olacakdır!”
Cesaret! Arş ileri Osmanlılar!….
Allah mazlumların yardımcısıdır!… (İstanbul)
Osmanlı İhtilâl Fırkası
Ya hak Ya Ölüm (Mühür)

[Kaynak: Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük 1889-1902, Şükrü Hanioğlu, c.1, sf.457-463, İstanbul-1985 ]

Nereden Nereye!

Tabii ki halk bu çağrıya uyarak Sultan Abdülhamid’i öldürmeye çalışmadı. Çünkü bu iftiraların karşılığı yoktu.

İttihadçılar başa geldiklerinde defalarca gazetelere ilan verdiler. “Evlatları öldürülen, Yıldızda işkenceye maruz kalanlar gelsin. Sultan Abdülhamid mahkemeye çıkarılacak!” Ancak kimse gelmedi.

Sultan Abdülhamid onlardan gerek 31 Mart gerekse daha başka iddiaları hakkında suçluysa muhakeme edilmesini istedi. Ancak buna cesaret edemediler. Suçsuz olduğunu onlar da biliyorlardı.

Hal böyleyken bugün çizilen sempatik, kahraman “İttihadçı” portresiyle bize bizzat İttihad Terakki’nin elinden çıkan pek çok bunun gibi tarihi vesika unutturuldu. Eğer TV’lerde anlatılan, romanlarda yazılan Jön Türkler böyleyseler tarihteki Jön Türkler kimlerdi?

Sultan Abdülhamid gibi zalim ve dinsiz bir padişahla mücadele ettiğini beyannamelerle ilan eden İttihadçılar neredeler?

Böyle müfterilerin sonu ne olur?

Bir milletin hafızasıyla nasıl alay edilir?

İşte Türkiye’de yaşanan manzara bu suallerin canlı şahididir. Üzerinden bir asır geçmesine rağmen İttihadçılık hâlâ yaşatılmakta, Türk milleti göz göre göre uyutulmaktadır.

Vefatının 100.senesinde, Ulu hakan İttihadçıların diliyle, onlarla dostmuş gibi anlatılıyor. Sanki 1908 ve sonrası hiç yaşanmamış gibi…

II Abdülhamid Han Hakkındaki Bazı Yazılarımız:

Sultan Hamid’e Atılan İftiralar – Refik Halid

Karikatürlerle II. Abdülhamid Han

2. Abdülhamid Hân’ın Siyasi Dehasına Bir Misal

Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!