Kelâmbaz

Tümevarım Çıkmazından Çıkış

Hemen hepimiz lisede okurken mantık dersi görmüşüzdür. Mantık kitaplarında tümevarım metodu anlatılırken şöyle misaller verilir;

Kanarya bir kuştur.

Kanarya uçar.

O halde bütün kuşlar uçar.

Buradaki tümevarım metodundan elde edilen netice doğrudur. Lakin bu metod hayatımızın pek çok yerinde bizi hatâya da götürebilir. Şimdi isterseniz farklı bir tümevarım misali verelim;

Cengiz bir insandır.

Cengiz zalimdir.

O halde bütün insanlar zalimdir.

Bu önermeden elde edilen netice sizce doğru mudur? Cengiz’in bir insan olması ve zalim olması, diğer bütün insanların zalim olduğunu gösterir mi? Elbette bu önermeden elde edilen neticeye hiçbirimiz doğrudur diyemeyiz. Çünkü bu bir tümevarım safsatasıdır.

Safsata, mantık ilminde, mantık hatalarına verilen addır. Yunanca “sophisteia” kelimesinden dilimize girmiştir. Boş, asılsız, temelsiz söz, gerçek gibi göründüğü halde aslında esassız olan kıyas, gerçek süsü verilmiş hüküm manasındadır. Arapça karşılığı mugâlatadır.

Hayatımızın pek çok yerinde bu yukarıdaki önermedekine benzer şekilde, tümevarımla elde edilen safsata neticelerini doğru kabul ediyoruz. Ve bunları esas alarak mühim kararlar veriyoruz.

Başka bir misal verelim. Suda yaşayan balıkların akılları ve konuşma kabiliyetleri olduğunu ve bir balıkla konuştuğunuzu farzedelim. Ona insan olduğunuzu söylediğinizde, size şöyle diyebilir; ”insanlar çok pis canlılar, denizleri ve nehirleri kirletiyorlar, dünyada var olan sistemi, nizamı, dengeyi bozuyorlar, dünyaya, ekosisteme zarar veriyorlar”. Bu cevap karşısında siz ne düşünürsünüz?

Şüphesiz kendinizi haksız yere itham edilmiş hissedersiniz ve balığın niçin böyle düz mantıkla düşündüğüne hayret edersiniz. Daha sonra ona saatlerce gerçekten öyle insanların var olduğunu fakat o insanların yanlış yaptığını ve en mühimi insanların hepsinin böyle olmadığını anlatırsınız. Daha doğrusu anlatmaya çalışırsınız. Peki size ne derece hak verir? Siz balığın yerinde olsanız ne düşünürdünüz?

Yine aynı şekilde yeni tanıştığınız bir Amerikalıya Müslüman olduğunuzu söylediğinizde reaksiyon alabilirsiniz. Çünkü 11 Eylül hadisesi sonrası Müslümanlar Batıda büyük bir kesim tarafından medyanın da desteğiyle potansiyel terörist olarak görülmeye başlandı. Size terör sempatizanı muamelesi yapan bir Amerikalıya uzunca bir müddet 11 Eylül gibi bazı terör saldırılarına bakarak Müslümanların tamamı hakkında böyle bir hüküm vermenin yanlış olduğunu, İslamiyetin terör dini olmadığını ve gerçek İslamın nasıl olduğunu anlatırsınız. Lakin peşin hükümler kolay kolay kırılmaz. Misalleri çoğaltabiliriz.

Sui misal emsal olmaz

Yukarıda anlattığımız bakış açıları giderek bir nevi hastalığa dönüşür. Bu hastalığın da ülkemizde de maalesef son derece yaygınlaştığını müşahede etmekteyiz. Mevzunun kilitlendiği nokta ise şudur; Bu mesele hakkında yukarda verdiğimiz misallere zaten herkes muttalidir ve benzer misallerden şikayet eder. Lakin kendisi de farklı bir şekilde hayatında tatbik eder. Nasıl mı? Şöyle;

Herhangi bir sivil toplum kuruluşu veya bir cemaat mensubunun bir hatası görüldüğünde bu hata kullanarak o müessesenin tamamı veya bütün STK’lar, bütün cemaatler itham edilebilir. Nitekim Fetö misali sonrasında insanımızın gönlünde diğer cemaat ve vakıflara karşı da ister istemez bir soğukluk baş göstermiştir. Bu hadiseden ise en fazla zararı samimi bir şekilde hizmet eden İslami müesseseler görmüştür. Çünki bu müesseseler Fetönün güçlü olduğu devirde onun yanlışlarını ortaya koymuş ve Fetö tarafından rakip olarak görüldükleri için bir çok kulvarda önleri kesilmiştir. Nasıl ki alkol kullanan birisi, cinayet adam yaralama vs suçlara bulaşınca alkol kullananların tamamı itham altına alınmıyorsa, burada da cemiyetlerin tamamını itham altına almamalıdır.

17 ve 25 Aralık, 15 Temmuz gibi hadiseler sonrası cemaat, vakıf, hizmet gibi kavramların farklı anlaşılmaları sebebiyle yine en çok zararı bu müesseseler görmüştür. Yani Fetö güçlüyken bu müesseseleri ezdiği yetmiyormuş gibi, tasfiye edilirken de bu müesseselere bu şekilde zarar vermektedir. Halbuki şöyle bir atasözümüz vardır ”su-i misal, emsal olmaz” yani kötü örnek, örnek olmaz. Fetöye bakarak bütün İslami müesseseleri hedef tahtasına oturtmak ne kadar yanlışsa, ‘İslami müesseselerin tamamı müsbettir’ şeklinde genelleme yapmak da yanlıştır. Bu meselede ölçü ahkam-ı İslamiyyedir. Bu da fıkıh kitaplarında mevcuttur.

Nasıl ki kötü bir zengin gördüğümüzde paradan soğumuyorsak, kırdığımız bir ceviz çürük çıkınca ceviz kırmayı bırakmıyorsak, diğer meselelerde de suçun şahsiliği ilkesi gereğince suçu umuma teşmil etmemelidir.

Kuzu postuna bürünmüş kurt

Dünyada pek çok algı operasyonu da bu yanlış genellemeler üzerinden yapılmaktadır. Uluslararası medya kuruluşları, Işid/Deaş, El-kaide, Boko Haram gibi proje terör örgütleri üzerinden İslamiyeti hedef almaktadır.
Halbuki 2011’de Norveç’te 242 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısı sonrası kimse Hristiyanlığı hedef göstermemiştir. Yine yakın zamanda Yeni Zelanda’daki cami baskını çok bariz bir misaldir. Acaba biz Batı’daki bazı radikalleri kullanarak WOHD (Washington Ottawa Hristiyan Devleti) veya VMCD (Viyana Münih Cermen Devleti) vs isimli terör örgütleri kursak ve bunlar üzerinden Batı toplumu hakkında uluslararası kamuoyunda menfi propaganda yapsak bize ne derler? Buna benzer hadiselerde umumiyetle akıl ve vicdan değil, medyanın hakim gücü ve insanın nefsi işin içine girmekte ve insan buna göre karar vermektedir.

Netice

Bazı cemiyetlerin içinde kuzu postuna bürünmüş kurt misali farklı maksatlara sahip insanlar bulunabilir. Burada yapılması gereken bütün sürüyü imha etmek değil, zararlıyı faydalıdan, yanlışı doğrudan ayırmak, safsataları tesbit etmek ve gerekeni ona göre yapmaktır. Bu hadiselere yaklaşımda temel problemler empati eksikliği ve mantık ilminden habersiz olmaktır. Alev Alatlı’nın “Safsata Kılavuzu” isimli kitabı okunabilir.

Anadolu’da ‘pire için yorgan yakmak’ şeklinde bir deyim vardır. Bu misal, köyün birisine bir terörist kaçtı denilerek bütün köyün bombalanması hadisesine benzemektedir. Buradan çıkaracağımız netice, şahıslar hakkında hüküm verirken bu hükmü o şahsın mensub olduğu din, mezheb, millet, şehir, mahalle, köy, cemaat, vakıf, cinsiyet vs hakkında umumi olarak vermeyip, sadece şahsı esas almaktır. Adalet, vicdan, akıl bunu gerektirir.

5 Adımda Medya Okuryazarlığı

Ahmet Faruk Şenkaya

Ahmet Faruk Şenkaya

İlahiyat fakültesi mezunu,
Yazı yazmasının sebebi; yazarken hem kendisi birşeyler öğrenmek hem de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmak,
Herhangi bir iddiası yok.

3 comments

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Samimi gönüllere ferahlık vesilesi olacak bir yazı. Elinize sağlık. ‘İnsan’ı keskin ve etrafı fosforlanmış sınırlar içerisine hapsetmek ve kendi mantıksızlığına bir meşruiyet kazandırmak ister “safsata”. Yazdığınız gibi, kendisini taşıyan insanın nefsinden ve anlayışsızlığından beslenir. Psikoloji ile uğraşan bilimlerin bahsettiği ilkel savunma mekanizmalarından da birini anımsatıyor: Bölme.

  • Yazınız Çok güzel kardeşim. İnşaallah güzel yerlere gelir ülkemize hizmet edersiniz.

Bizi Takip Et!