Kelâmbaz
Köyden Şehre Çöküş

Köyden Şehre Çöküş

20. asırda ve içinde bulunduğumuz 21. asırda en çok şikayet edilen meselelerden birisi de köylerin boşalması ve buna mukabil şehirlerin alabildiğince dolmasıdır. Bu yazımızda inşallah bu meseleye Türkiye perspektifinden bakacağız. Öncelikle şunu söyleyelim; bu meselede 2 tür psikoloji, bakış açısı var.

Birinci bakış açısı hepimizin bildiği üzere şehirlerde nüfusun haddinden fazla artması ve neticesinde oluşan trafik, çarpık şehirleşme, hava kirliliği gibi problemlerin teşkil ettiği şehirli insanın bakış açısı. Diğer bakış açısı ise hemen hepimizin farkında dahi olmadığı, göz ardı ettiğimiz bir bakış açısı. Köylerde yaşayan, komşuları birer birer şehre göç eden yetişkinlerin, arkadaşlarının aileleri birer birer şehre giden, yalnız kalan, oyun oynayacak arkadaş bulamayan çocuğun bakış açısı.

Birinci bakış açısından biraz bahsedelim. Haberlerde işitiyoruz; ”İstanbul’un nüfusu şu kadar arttı, İstanbul’da bu sene şu kadar yeni araç trafiğe katıldı.” Ve sokakta kime sorsanız İstanbul’un yaşanmaz bir şehir olduğunu, ilk fırsatta Anadolu’ya kaçacağını söylüyor. Ama kolay kolay da bırakamıyor. Peki bu kadar insan şehirde pek çok problemler olmasına rağmen niçin hala orada yaşıyor, bunun sebepleri neler? Köyde rahat bir ortamı bulunsa niçin şehre gelsin? Kimse bu soruları sormuyor. En evvel bu soruları sorup, bu meselenin sebeplerini yani köy hayatının zorluklarını ve problemlerini konuşmamız gerekir. 

İşsizlik problemi

Köylerde ana geçim kaynağı ziraat (tarım) ve hayvancılıktır. Gerek arazi sahibinin vefat etmesi neticesinde arazinin mirasçılar tarafından bölünmesi, gerek maliyetlerin artması sebebiyle pek çok çiftçi geçim sıkıntısı çekmekte ve şehre göç etmektedir. Ziraatla meşgul olanlardan ise kışları iş olmadığı için birkaç aylığına şehirlere gidip çalışanlar mevcuttur. Bu problem herkesçe az çok bilindiği için fazla uzatmayalım.

Kışın ısınma problemi

Bilindiği üzere köylerimizde doğalgaz bulunmayıp, evlerin tamamına yakını soba ile ısıtılmaktadır. Şehirde kaloriferli, doğalgazlı, alttan ısıtmalı evde büyüyen insan için soba, üzerinde kestane pişirilen, fırınına patates atılan fantastik bir eşya olarak görülebilir. Lakin birazdan sayacağımız bir grup iş, bir köylünün günlük rutin programının mühim bir parçasıdır. Isınma aracı olarak soba kullanılan evlerde umumiyetle 1 odada soba kurulur, anne, baba, çocuklar, nine hep aynı odada yatarlar. Soğuktan sular donmasın diye musluklar hafif açık bırakılır. Banyo-tuvalet kışın buz gibidir, heladan çıkınca ellerini yıkayan insan soğuktan adeta ellerini hissetmez ve hemen acele bir şekilde soba yanan odanın yolunu tutar. Bu problem sebebiyle köylülerden maddi durumu iyi olanlar, yurtdışından emekli olanlar vs. kışın 4-5 ayını şehirde geçirmekte, ardından tekrar köye gelmektedir. İmkanı olmayanların ise böyle bir seçeneği yoktur.

Isınma problemi Akdeniz ve Ege bölgesindeki kıyı köylerini istisna tutarsak, ülkemizdeki köylerin %90’ından fazlasında mevcuttur. Sobalı evin güzellikleri de vardır. Bozdolabının fişi çekilmekte ve elektrik harcamamaktadır. Zira evin soba yanan odası hariç her yeri doğal buzdolabı gibidir. Ayrıca sobanın üzerinde demlenen çay, soba üzerinde durdukça sıcaklığını kaybetmemekte ve sobanın üzerinde pişen yemekler daha lezzetli olmaktadır. Ama sobanın zahmeti çoktur. Kış gelmeden odunlar hazırlanır. Odunlukta veya yağmurdan etkilenmeyecek başka bir yerde dizilir muhafaza edilir. Kömür satın alınır. Kış gelince bahçedeki soba evin içine monte edilir. Ve sobanın içindeki demir kova her gün en alta kalın odun, odun üzerine ince odunlar olacak şekilde yerleştirilir ve evin içinde yakılır. Üstteki ince odunlar yavaş yavaş aşağıdaki kalın odunları tutuşturur sonra kömür atılır. Kömür odun gibi değildir saatlerce yanabilir. Yine zaman zaman kömür takviyesi yapılır. Bunların hepsi birer iştir. Kombiye tek bir dokunuş yapmak varken bu işlere kim katlanır?

Hayat standartları problemi

İnsanlar bir arada yaşamaya mecburdurlar, birbirlerine muhtaçtırlar. Güvenlik, ticaret gibi sebeplerle tarih boyunca toplu olarak yaşamışlardır. Bu sayede aralarında vazife taksimi yapmışlar ve demircilik, fırıncılık, hamamcılık gibi pek çok meslek ortaya çıkmıştır. Bu ise insanların hayatını önemli ölçüde kolaylaştırmıştır. Nitekim köylerde market, berber, terzi, banka, lokanta, petrol istasyonu, kafe gibi esnafın bulunmaması, hastane olmaması köy insanını ilçe ve şehirlere bağımlı hale getirmiş ve şehirdeki hayat kalitesinin köye nazaran çok daha yüksek olmasına sebep olmuştur. Dizi ve filmlerde ise şehir hayatının, özellikle plaza hayatının özendirilmesi köylüleri psikolojik olarak şehre göçe teşvik etmektedir. 

Ulaşım problemi

Günümüzde köylerin ekseriyetinden ilçe ve şehir merkezlerine vasıta yoktur. Olanlarda da sefer sayısı sık değildir. Belki günde bir gidiş bir geliş şeklindedir. Bu ise hayatı zorlaştırmaktadır. Misal olarak köyünden İstanbul’a gidecek bir insan önce köyden bir vesile ile, belki köyde arabası olan birisinden rica ederek ilçe merkezine geliyor. İlçe merkezinden şehir merkezine giden araca biniyor. Şehirde yine toplu taşımayı kullanarak otogara veya havaalanına gelerek oradan İstanbul’a gidiyor. Bu belki çok nadir olacak bir hadisedir. Ama köydeki insan gerek alışveriş yapmak için gerek tıraş olmak için gerek fotoğraf çektirmek gerek çeşitli resmi işlerini halletmek için ilçe merkezine gelmeye mecburdur. Ve bu gidiş gelişler köylü için ciddi  masraftır. 

Eğitim problemi

Günümüzde çoğu köyde okul yok. Bunun sebebi köye okul binası yapamamak değil talebe sayısından kaynaklanıyor. 1. sınıftan 8. sınıfa kadar toplam 10-20 talebesi bulunan köye okul açmak makul olmasa gerek. Bunun için umumiyetle köyden ilçe merkezine günlük taşımalı eğitim yapılıyor. Lise ve üniversite okuyan gençler ise şehir merkezine gidiyor ve yatılı okuyorlar.

Memurların gidiş-geliş yapması

Şehir merkezine araba ile 1 saat mesafede olan köy ve ilçelerde çalışan memurların büyük çoğunluğu merkezden gidiş geliş yapmaktadır. Hatta 2 saat mesafeden bile gidiş geliş yapanlar mevcuttur. İmam hariç diğer memurlar mesafe 60 km’den az ise umumiyetle gidiş geliş yapmaktadır. Problemler daha da uzatılabilir lakin başlıca bunlardır.

Şehirlinin gözündeki mistik köy portresi

Çoğu şehirli köye -eğer geliyorsa- senede 1 defa gelir, o da temmuz, ağustos aylarında olur. Köy insanı misafirperver olur. Misafiri geldiği zaman onu en iyi şekilde ağırlar. Pikniğe götürür, mangalını yakar, yufkasını getirir, kendi ineğinin sütünden ayranını yapar. Yemekten sonra da semaverde bir güzel çay demler. Güzel bir gün geçiren şehirli insan o gün akşam tekrar şehirdeki evine geri döner. Köy denince aklında ise yalnızca o gün kalmıştır. Bu şehirli adam kışın köyde bir gün geçirmemiştir. Sıcakta bir gün tarlada çalışmamıştır. Hayatında hiç ahır temizlememiştir. O yüzden köy hayatı denince aklında kırda, yeşillik içinde yeme-içme, piknik yapma gelebilir sadece.

Nüfusta mevsimlere göre değişme

Köy nüfusunun en az olduğu vakit, aralık, ocak, şubat ve mart aylarıdır. Nisan oldu mu şehir merkezinde veya yurtdışında yaşayan emekli gurbetçiler yavaş yavaş köye gelmeye başlar. Kimisi 6 ay, kimisi 3 ay, kimisi birkaç hafta durur. Köyün en kalabalık olduğu vakit ise şüphesiz bayramlardır. Gerek şehir merkezinde gerek yurtdışında yaşayan hemşeriler bayramda köyde buluşurlar. Ortalık ana baba günü olur. Araba park edilecek yer zor bulunur. Aynı şekilde köyün şenliğinin olduğu gün de köy canlanır. O köyden olmayanlar, başka köylerden olanlar dahi gelir.

İstanbul meselesi

Nüfusun yüzölçümü şeklinde gösterildiği harita

Günümüzde İstanbul nüfusu 20 milyona yaklaşan dünyanın sayılı metropollerinden birisi. Ve insanlar dizi-film aracılığı ile İstanbul’da yaşamaya özendiriliyor. İstanbul denince akla İstanbul boğazı, Kız kulesi, Sultanahmet Camii gibi yerler geliyor. Ama gel gelelim ki  İstanbul’da yaşayan insanların çoğu boğazı nerden baksan ayda bir kere bile görmüyor. Senelerdir İstanbul’da yaşayıp hiç sur içine girmeyenler, hiç boğaz turu yapmayanlar var. Asıl İstanbul dediğimiz yer Fatih, Eyüp Sultan, Beyoğlu, Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy, Adalar, Beykoz, Sarıyer ilçeleridir. Hadi Zeytinburnu, Bakırköy, Kasımpaşa ve Şişli’yi de sayın 13 yapar. İstanbul’un kalan 26 ilçesinin asıl İstanbul’la pek alakası yok. Ankara, Eskişehir, Çorum gibi Anadolu şehirlerinden hayat standardı olarak üstünlükleri yok. Aksine gerek yeşil alan kıtlığı, gerek trafik ve park sıkıntısı gerek hava kirliliği sebebiyle ortalama bir Anadolu şehrinden refah seviyesi cihetinden aşağıdadır. Hal böyleyken taşradaki İstanbul’da yaşama hevesi büyük ölçüde dizi ve filmlerde gördüğü sürreal hayata özentidir. İstanbul için yapılması gereken İstanbul’u bir sanayi şehri olmaktan çıkartıp, yalnızca kültür, turizm, eğitim ve finans merkezi haline getirmektir.

Şehirde kötü alışkanlıklar ve ahlaki yozlaşma 

İnsanların şehre göç etmesiyle birlikte kötü alışkanlıkların yayılması ve manevi tahribat hızla arttı. Uyuşturucu kullanım yaşı orta mektebe kadar düştü. Keza alkol ve sigara da. Köy ve kasabalarda herkes herkesi tanıdığı ve kendi çocuğu gibi gördüğü için müspet manada bir mahalle baskısı olur ve bu vesile ile çocuklar ve gençler kötü alışkanlıklara kolay kolay yaklaşamazdı. Şehre göçle birlikte gençlerle, kötü alışkanlıklar arasındaki pek çok engel kalktı. Ahlakî dejenerasyon da bunu takip etti.

Neler yapılabilir?

Senelerini bir metropolde geçirmiş birisi için köy hayatı,  televizyondan kolay gözükse de bu mesele TV’de savaş filmi seyretmek gibidir. Televizyondan seyretme ile gerçek hayat arasında dağlar kadar fark vardır. O yüzden bu meselenin çözümünde realist olmalıyız. Öncelikle ülkenin doğusundaki ve taşradaki refah seviyesini artırmalı, Batıdaki sanayiyi orta ve uzun vâdede doğuya kaydırmalı, taşrayı ve doğuyu cazibe merkezi hâline getirmeliyiz. Bunun için köy ve kasabalarda şehirde olduğu gibi asfaltsız yol kalmamalı. Altyapı ve üstyapı yatırımları hızlanmalı. Kışı sert geçen yerlerde evlere ısı yatılımı yapılmalı. Ziraat ve hayvancılıkta profesyonelleşilmeli ve bu sektörlerin katma değeri artırılmalı. Şartların müsait olduğu coğrafyalarda arıcılık, kültür mantarcılığı, alabalık çiftliği gibi alternatif iş sahaları desteklenmeli. Şehirlerdeki huzurevleri ve darülacezelerin tamamı taşraya taşınmalı.

Metropolde şehir hayatına alışmış, her gün farklı kafelerden Instagrama fotoğraf atan bir gence “hadi köye git, yerleş” diyemeyiz. Günümüz insanı  belli bir konfora alışmış vaziyettedir. Bu sebeple meselenin çözümünde gerçekçi düşünmek zorundayız. Çözüm orta yoldadır. Devletin yapması gereken uzun vadede ilçe ve kasabaları canlandırmaktır. Ne şehirdeki problemlerin olduğu ne de köydeki sıkıntıların bulunduğu 5.000-50.000 arası nüfuslu yerleşim yerleri. İnsanlar buralarda yaşamalıdır. Köylü nüfusu zamanla ilçeye veya büyük kasabaya yerleşmeli, işlerini halletmek için yine 20-30 km uzaktaki köye rahatça gelebilmeli ve yine 15-20 dakika gibi kısa bir sürede evine geri dönebilmelidir. İstanbul’da her gün saatlerce trafikte kalan birisi için trafik olmadan 20-30 km gitmek gayet sineye çekilebilir. Nüfusu 5.000’i geçen her beldeye mutlaka doğalgaz gelmelidir. 2017 senesinde Azerbaycan’a gittiğimde köylerin hepsinde doğalgaz olduğunu gördüm. Tabii olarak orada köy hayatı Türkiye’ye göre daha canlı vaziyette idi.

Hülasa olarak insanlara doğup büyüdükleri topraklarda düzgün imkanlar sunulduğu takdirde kimse memleketini bırakıp metropollere gitme ihtiyacı hissetmeyecektir. 

Tavsiye Yazı: Medeniyet Ölçümüz Ne Olmalı?

Cüneyt Apal

Cüneyt Apal

Eğitimci.

cuneytapal@gmail.com

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

  • Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş/M.Kutlu.. bu konu ile alakalı olarak mutlaka okunmalı..

Bizi Takip Et!