Kelâmbaz

Fahrenheit 451- Bütün Kitaplar Yanana Dek

Fahrenheit 451, yakın tarihte yazılmış etkileyici bir distopya. Kurduğu çatışma ortamıyla okuyucusunu ‘’kitap okumak temel bir ihtiyaçtır’’ fikri üzerine geniş düşüncelere davet ediyor. Kitap, akıcı bir üsluba sahip. Fantastik bir roman olmasından ileri gelen yer yer süslü üslubu, kitabın bütünlüğünü etkilemiyor. Edebi sanatın zirve yaptığı bu bölümler en akılda kalıcı kısımlar oluyor.

İtfaiyecilerin Yeni Görevi

Fahrenheit 451’te ana konu, devletin kitap okuma davranışına savaş açması gibi görünüyor. Devlet dediğimiz yapının insan biriminden meydana geldiğini hatırlayarak yazarın şu cümlesine bakalım: “romanımda suçlu sandalyesinde oturan devlet değil, bizzat halkın kendisidir.” Bradbury, devletin yaptıklarını anlatıyor ama olayları halka temellendirmekten geri kalmıyor. Gerçekten de diyaloglar incelendiğinde iki insan tipi göze çarpıyor. Okuyan, düşünen, özgür olabilen az sayıdaki insanlar ve kendi olmaya çalışırken tezat şekilde yargılamadan topluma uyarak tekdüzeleşen esir insan güruhu. Bu iki tip arasındaki farkın getirdiği mücadele ortamı kitap boyunca işlenmiş. Ayrıca mutluluk, eşitlik, özgürlük, tefekkür, melankoli gibi kavramlardaki idrak (algı) çeşitlilikleri güzel anlatılmış. Asrımızın insanına, devletlerin hakimiyeti kolaylaştırma yaklaşımlarına önemli göndermeler yapılmış. Belki de bu yüzden bazı devletler Fahrenheit 451’i ilk yayınlandığında bazı bahanelerle yasaklamış. Fahrenheit 451 uzun süre sadeleştirilmiş haliyle yayınlanmış. Bugün, kitabın orijinal metnini okuyabiliyoruz.

Fahrenheit 451 dizi olarak da çevrildi

Kitaptaki ana karakter itfaiyeci Montag’ın amiri Beatty’nin mevcut düzene yaptığı bir güzelleme:

‘’Her zaman bilinmeyenden korkarsınız. Sınıfınızdaki her soruya cevap veren, özellikle ‘parlak’ arkadaşınızdan, kurşundan putlar gibi oturan diğer tüm öğrencilerin nefret ettiğini eminim hatırlarsın. Saatler sonra bile dövmek için, canını acıtmak için seçilen kişi o parlak çocuk değil miydi? Elbette oydu. Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Hiç de, anayasanın dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır. Her insan bir diğerinin sureti olunca herkes mutlu olur, ortada çekinilecek, korkulacak, herkesin kendisini yargılamasına yol açacak dağlar yoktur. İşte böyle!

Bitişik evdeki kitap, dolu bir silahtır. Yak gitsin. Silahtan kurşunu çıkar. Adamın kafasını kopar. İyi okumuş bir adamın hedefinin kim olacağını kim bilebilir ki? Ben mi? Bir dakika bile böylelerini hazmedemem.

Sonunda evlerin hepsi yanmaz duruma getirilince, tüm dünyada itfaiyecilere eski amaçla gerek kalmadı. O zaman onlara yeni bir görev verildi, bizim anlaşılabilir ve haklı aşağılık kompleksine kapılma korkumuzun odağı olan iç huzurumuzun sorumluları olmak; resmi sansürcüler, yargıçlar ve cellatlar olmak. İşte, Montag, sen ve ben bunlardan biriyiz.”

Kitap okumak, neden temel ihtiyaç olsun ki? Ne diye kitap okuruz! O sıkıcı laf kalabalıklarıyla ne işimiz vardır? Filmler, diziler, radyo programları, çeşitli haber programları, TV’ler varken kitaba ne gerek kalmış ki? Hele cep telefonlarımız birer bilgisayara dönüşmüşken…

İnsanın temel ihtiyacı bilgidir. Hayvanların iç güdülerinin yeterli geldiği birçok yerde insana ancak araştırma, konuşabilme ve öğrenebilme kabiliyeti destek olur. Kitap, diğer kaynaklardan farklı şekilde bilgiyi tane tane sunar, hazmetme, soru sorma fırsatı verir. Böylece hayat çiçeğinin özünü toplayabiliriz.

Görülen kitabın hemen yakıldığı bir zamanda hala yok edilmemiş gizli bir kütüphaneye sahip Profesör Faber’in Montag’a anlattıklarından:

 “… kitapların neden çok önemli olduğunu biliyor musun? Çünkü onlar nitelikliler. Peki nitelik sözcüğünün anlamı nedir? Bana göre dokusudur. Bu kitabın gözenekleri var. Özellikleri var. Bu kitap mikroskop altına girebilir. Camın altında nihayetsiz bir bollukta geçen bir yaşam bulursun. Ne kadar çok gözenek olursa, bir yaprak kâğıt üzerine her santimetrekare için doğrulukla kaydedilmiş yaşama ilişkin daha çok olur ve sen daha çok “edebî” olursun. Neyse, bu benim tarifim. Ayrıntıyı anlatmak. Yeni ayrıntıları. İyi yazarlar yaşama sık sık dokunurlar. Ortalama yazarlar üstüne hafifçe dokunup geçerler. Kötü olanlar ona tecavüz edip, leşini sineklere bırakır. ‘’

Gerçek Algısı ve Ekran Toplumu

İnsan algısını zaptetmenin en güçlü yolu zihni, düşünmeye fırsat vermeden gerçeğe çok yakın şeylere maruz bırakmaktır. Bir şeyi nasıl idrak edeceğimize kim karar verecek? Ya da nasıl ifade edeceğimize… Fikirde üretkenlik ve edebiyat tam bu noktada doğuyor, kitap okumanın tefekkürün ta kendisi olduğunu fark etmek gerekiyor. Kişilere, olaylara ve fikirlere insani açılardan ve kendi konumumuzdan bakabilmemiz önemlidir. Böylece idrak edeceğimiz hususta aşırıya kaçmamış ya da yetersiz kalmamış oluruz.

Profesör Faber’e kulak verelim:

“… Eğer tehlikeden başka bir şey düşünemeyeceğin bir hızla, saatte yüz mille araba kullanmıyorsanız, o zaman bir oyun oynuyorsunuz ya da dört duvarlı televizörle tartışamadığınız bir odada oturuyorsunuzdur. Neden? Televizör ‘gerçek’tir. Dolayımsız ulaşır ve çok boyutludur. Sana ne düşünmen gerektiğini söyler, bombardıman eder. O haklı olmalı. Çok haklı görünür. Seni kendi vardığı sonuçlara o kadar hızla sürükler ki zihninin, ‘Bu ne saçmalık!’ diye protestoya zamanı olmaz.”

“Sadece ‘aile’, ‘insan’dır.”

“Özür dilerim, ne dediniz?”

“Karım kitapların ‘gerçek’ olmadığını söylüyor.”

“Bunun için Allah’a şükret. Onları, ‘Bir dakika durun,’ diye kapatabilirsin. Onlara hükmedersin. Fakat TV oturma odasına bir tohum ektikten sonra onun sizi kavrayan pençesinden kendisini kurtaran olmuş mu? Sizi istediği biçimde yetiştirir! Tıpkı bir dünya kadar gerçek bir ortamdır. Gerçek haline gelir, gerçektir de. Kitaplar mantıkla mağlup edilebilir. Fakat bütün bilgim ve tedkik ediciliğime rağmen, o inanılmaz oturma odasının bir parçası olduğumda, tam renkli ve üç boyutlu yüz kişilik bir senfoni orkestrasıyla tartışma şansım hiç olmadı. Gördüğün gibi, benim oturma odam badanalı dört duvardan oluşuyor. Bunlar da,” iki küçük kauçuk tıkaç çıkardı, “metro jetlerine bindiğim zaman kulaklarım için.”

Metro jetleri demişken Fahrenheit 451, filmi de çekilmiş bir kitap. Film, kitabın epey hızlandırılmış haline benziyor ve maalesef metnin öz mesajlarını vermekte yetersiz kalıyor. Ayrıca metinden hem karakter, hem hikâye bütünlüğü açısından önemli sapmalar var. Bunu oldukça ironik buldum, çünkü romanda bu durum ‘’santrifüj’’ olarak adlandırılıyor ve şöyle anlatılıyor:

 “Filmi hızlandır, Montag, çabuk. Tıkla? Resim, Bak, Göz, Şimdi, Fiske, Burada, Orada, Çabuk, Adım, Çık, İn, İçeri, Dışarı, Niçin, Nasıl, Kim, Ne, Nerede, Ee? Ya! Pat! Şak! Şaplak, Bing, Bong, Bum! Özetin özeti, özetin özetinin özeti. Politika mı? Bir sütun, iki cümle, bir başlık! Sonra, orta yerde, her şey kaybolur! Yayıncıların, sömürücülerin, radyo-televizyoncuların ellerinde adamın beyni öyle hızlı döndürülür ki, sanki bir santrifüj tüm vakit kaybettiren düşünceleri savurup atar.”

Okuyan mı Gezen mi?

Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir? diye hep sorarız. Çok gezenin belli olayları bütün hakikatiyle ve tafsilatıyla öğreneceğini düşünenlerdenim. Çok okuyan ise ne kadar gezerse gezsin hayatta yaşamadan varılamayacak hisleri edebiyat sayesinde tadar. Böylece çeşitli hallerdeki insanları daha iyi anlar ve anlatacağı şeylerde özenli olduğu için daha iyi anlaşılabilen biri olur. Okumak, bir hatayı henüz yapmadan ne kadar acı, üzücü ve pişmanlık verici olduğunu bize tattırır. Başta kendimizi, sonra çevremizi bu acılardan korumamıza yardım eder.

Faber’in güzel tariflerinden:

“Fakat bir molaya ihtiyacımız var. Bizim bilgiye ihtiyacımız var. Belki bin yıl içinde atlamak için daha küçük uçurumlar seçeriz. Kitaplar bize ne tür eşekler ve aptallar olduğumuzu hatırlatmak içindir. Kitaplar, tören alayı büyük bir gürültü içinde caddede ilerlerken, Sezar’ın ‘Unutma, Sezar, sen de ölümlüsün,’ diyen pretoryen muhafızlarıdır. Çoğumuz dünyayı dolaşıp herkesle tanışamayız, bütün şehirleri göremeyiz. Bunun için zamanımız, paramız ve bu kadar çok arkadaşımız yoktur. Aradığın şeyler, Montag, dünyada, fakat vasat bir insan için onların yüzde doksan dokuzunu görmenin yolu kitaplardan geçer. Garanti isteme. İnsan, makine veya kütüphane gibi herhangi bir şeyde saklanabileceğini sanma. Kendi kırıntılarını kurtar ve eğer boğulursan, en azından sahile doğru yüzerken boğulduğunu bil.”

Yakıcı Ateş Aydınlatıcı Güneş

Bradbury’ın Fahrenheit 451’te kullandığı temel imge olan ateş, kağıdı yakmaktan çok insanın, toplumun, devletlerin bilgiye, bilgiyi kullanarak doğru ve farklı düşünmeye yaklaşımlarını çok boyutlu şekilde ifade ediyor. Dikkat çekicidir; kitapta tasvir edilen kitap karşıtı düzenin savunucuları, özgürlüğe, eşitliğe, adalete son derece önem veren kişiler. Tıpkı günümüzde devletlerin, birçok sivil toplum kurumunun ve hemen her insanın önem verdiği gibi. Doğru bilgi yayıldıkça ve öğrenildikçe bunda menfaat kaybı olan kabahatliler elbette toz olacaktır. Doğrunun yayılması doğruluğa yol açacaktır. Hak her zaman yayılmaya devam edecek, bunla mücadele etmeye çalışanlar da olacaktır. Burada, Londra şehrinde İngilizce basılan Hazret-i Muhammed ve Kur’an-i Kerim kitabının yazarı Lord Davenport’tan bir iktibas yapmak yerinde olur:

‘’ İslamiyet, ilahlara insan kanı dökmek facia ve felâketinden beşeriyeti kurtardı. Bunun yerine, ibadeti ve sadakayı getirmekle, insanlara iyiliği emretti. Sosyal adâletin temelini kurdu. Böylece, kanlı silâhlara hacet bırakmadan dünyaya kolayca yayıldı. [İslâm cihadı da bu demektir.]

İlim davasına Müslümanlar kadar bağlı ve saygılı hiç bir millet gelmemiştir denilebilir. Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın pek çok hadîsleri, samimi bir ilim teşvikçisidir ve ilme saygı ile doludur. İslamiyet, ilme maldan daha çok kıymet vermiştir. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, daima ilim öğrenmeyi ve yaymayı emretmiş, Esbabı da, bu yolda çalışmışlardır

Bugünkü fen ve medeniyetin, eski ve yeni eserlerin ve edebiyatın koruyucuları, Emevîler, Abbasîler, Gazneliler ve Osmânlılar zamanındaki Müslümanlar olmuştur. ‘’

Yazıyı Davenport’tan alıntı yapan Herkese Lazım Olan İman kitabından aldım. Devamında diyor ki:

‘’Davenport’un yazısı burada bitti. Buraya kadar bazı parçalarını yazdığımız Davenport’un İngilizce kitabı, misyonerler tarafından piyasadan toplanarak, yok edilmek istenmiştir.’’

Manidar.

İyi kitap okumalar dilerim.

Dergimizdeki diğer kitap incelemeleri:

İzm’ler Ne Kadar Bizim?

Bir Oryantalistin Gözünden; İslâmiyet Kılıç Zoruyla Mı Yayıldı?

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!