Kelâmbaz

Evliya Çelebi Seyahatnâmesinin Husûsiyetleri

Evliya Çelebi Türk-İslam aleminin belki de en bilinen şahsiyetlerindendir. Bu üne kavuşmasının pek çok sebebi vardır fakat hususen sadece birinden bahsetmezsek bu büyük seyyahı tanıyamamış olacağız.

On yedinci yüzyılda yaşamış müellif, ömrünün yarım asır kadarını seyahatle, Osmanlı topraklarını keşifle geçirmiş; zamanının askeri, ekonomik, dini ve kültürel hayatına vakfetmiş bir ilim adamıdır ayrıca. Verdiği çeşitli bilgiler, anlattığı sayılamayacak menkıbelerden de anlaşılabileceği üzere, o sadece bir beldenin coğrafi ve fiziki özelliklerine teksif etmekle kifayet etmemiş aynı zamanda bu beldelerin tarihiyle alakalı herkesin bilemeyeceği efsane tarzında anekdotları da nakletmiştir. Bu cihetiyle Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi alışılagelmiş birçok seyahatnameye nazaran farklılık arz eder.

Mesela Bursa’nın kuruluşuna bir mesnet teşkil edebilecek bir pasajdan örnek verelim:

“Süleyman Aleyhisselam taht üzerinde havada uçarken, Ruhban dağının (Uludağ) tepesinde durur. Dört tarafına bakarak, veziri Asaf Berhiya’ya: “Şu ferah yerde bir büyük şehir olsaydı ne güzel olurdu?” buyurur. Cin ve devlerden olan yakınları: “Ya Allah’ın nebisi! Tufandan önce burada büyük bir şehir ile eski bir kale var idi. O kaleyi cin kavmi yapmış derlerdi. Biz buraya askerle geldik, fethedemeyerek geri döndük. Sonra tufanda kale suya batarak kaybolmuş…” Hazreti Süleyman’ın emriyle, periler o yerin taş ve toprağını temizlerler. Kalenin burç ve duvarları ortaya çıkar. Hazreti Süleyman’ın emriyle şiddetli lodos eserek, kapı baca meydana çıkar. Süleyman Aleyhisselam Bursa’nın batı tarafında bir konak uzaklıkta Edincik denilen büyük şehri kurarak Belkıs’a taht şehri yapar.”

Bize bu malumatı veren müellif, İkinci Cihan Harbinden bu yana kıymetli bir araştırma metodu haline gelen sözlü tarih (oral history) sahasının da en mümtaz kişilerindendir ki efsanelerin, mitlerin, destanların yerine getirmiş olduğu vazifeyi ifa etmeye çalışmıştır.

Müellif sadece iskân yerlerinin değil yeryüzü şekillerinin; dağların, denizlerin, göllerin, akarsuların ve ovaların ve daha pek çok tabii teşekkülün de geçmişiyle alakalı malumat vermekten imtina etmeyerek bizleri aydınlatır. Misalen, Karadeniz nasıl oluşmuş ve eski zamanlarda hangi mıntıkalarda yer almıştır? İşte bu sorunun cevabını kendisinden alıyoruz:

“Heyet (astronomi) ilmine sahip olan tarihçilerin güvenilir sözlerine göre Karadeniz, Nuh Tufanının karanlık sularından kalmış derin bir denizdir. Derinliği seksen kulaçtır. Tufandan önce Akdeniz’e dökülmeyip, İstanbul yakınında şimdi Karadeniz boğazı olan yerde son bulur idi. O asırda Macaristan’da Salanta sahralarında, Dobricin, Gec, Kemit, Kintos ve Peşte sahraları, Sirem ve Semendire vadileri hep Karadeniz olup, Venedik körfezi sahilinden Dorişte vilayetinde Karadenizin Venedik körfezine karıştığı yerler halen görülmektedir. Hatta, Silistre eyaletinde(Bugünkü Bulgaristan, Tuna kıyısında) Prevadi’nin kalesi –ki başı göklere uzanan yüksek bir kaledir- o asırda deniz kenarında imiş. Hâlâ gemileri bağlamak için demir halkalar vardır. Eski zamanda gemi küpeşteleri (gemilerdeki korkuluk) ve bodoslamalarının kayalara vurarak parçalandıkları yerler açıkça görülmektedir.”

Bu yaptığımız iktibastan anlaşılacağı üzere Evliya Çelebi merhum, sadece tarihi hakikatlere değinmeyip, coğrafi bir malumata müracaat ederek inşasının muhtevasını genişletmiş ve buna ilaveten saydığı yerlerin o zamanki tarihi, kültürel, sosyal, ekonomik, siyasi ve sayamadığımız pek çok hususiyetlerini tetkik etmemiz için adeta bir numune teşkil eden yazılar yazmıştır.

Saffet Burak Tezcan

Saffet Burak Tezcan

Yorum Yaz

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!