Kelâmbaz
Avrupa Dünyayı Nasıl Fethetti

Avrupa Dünyayı Nasıl Fethetti?

 “Tanrı, savaşta iyi topçunun olduğu tarafta savaşır”

Napoleon Bonaparte

“Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu”

Köroğlu

15. yüzyıl Avrupa’sında bir kral soytarısı, “Dört yüz sene içerisinde dünyanın %80’ini fethedip, diz çöktüreceğiz” dese kral bile inanmazdı herhalde. Osmanlılar en haşmetli devirlerini yaşarken, dünyanın geri kalanı da Avrupalılardan çoğunlukla daha iyi vaziyetteydi. Kısacası Avrupalılar için durum hiç de ümit verici değildi.

Geldiğimiz nokta ortada; 500 yıl önce hayal olan bugün gerçek. Soru basit; yüzyıllar boyunca Türkler, Çinliler, Japonlar ve Güney Asyalılar (Hintler, Babürler vs.) daha ileri medeniyetler kurmalarına karşın Avrupa dünyanın liderliğini nasıl elde etti? California Institute of Technology (Caltech) tarih profesörü Philip Hoffman 2013 yılında yazmış olduğu “Why Did Europe Conquer the World?” kitabıyla bu soruya cevap veriyor. “Avrupa Neden Dünyayı Fethetti?” ismiyle tercüme edilen kitap, Say Yayınları tarafından yayımlanıyor.

Avrupa Neden Dünyayı Fethetti? kitabının Türkçe baskısı

Avrupa Nasıl Lider Oldu?

Zihinlerimizde genelde şöyle tasavvur ediyoruz; Avrupa dünyanın geri kalanından daha önce aydınlandı, sanayileşti ve kalkındı. Bu sanayileşmenin getirdiği üstün silah donanımıyla da dünyayı fethetti. Hâlbuki kitap, tarihleri ve haritaları önümüze koyarak bunun yanlış olduğunu gösteriyor. Avrupa henüz sanayi devrimi başlamadan önce zaten dünyanın yarıya yakınını ele geçirmişti. Peki bu nasıl oldu?

Batı’nın dünya hakimiyetini nasıl ele geçirdiği sorusuna bugüne kadar birçok cevap verildi. En meşhur teoriler kitaplarıyla beraber şöyle: Bulaşıcı hastalıklar ve sanayi devrimi (Tüfek, çelik ve mikrop – Jared Diamond), siyasi kurumlar (Ulusların Düşüşü – Daron Acemoğlu) ve coğrafya (Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri – Paul Kennedy)

Avrupa Neden Dünyayı Fethetti?” mezkûr çalışmaların, cevabını aradığımız soruyu cevaplamakta yetersiz kaldığını belirterek ortaya yeni bir teori koymakta. Hoffman’ın teorisine göre Batı Avrupa’nın üstünlüğü barut teknolojisindeki liderliğinden gelmektedir. Peki barutu keşfeden Çinliler olduğu hâlde barut teknolojisinin liderliğini neden Avrupalılar ele geçirdi? Kitap bu soruyu yazarın “turnuva modeli” ismini verdiği teziyle ispatlamaya çalışıyor.

Kitaba Dair

Kitabın içindekiler bölümünde yedi başlık olsa da kitap aslında görünmeyen üç ana başlıktan müteşekkil. İlk bölümde Avrupa’nın yükselişini açıklamaya çalışan diğer teoriler çürütülüp, bu yükselişin barut teknolojisindeki gelişme ile sağlandığı anlatılıyor. Devamında Çinlilerin keşfettiği barutun teknolojik liderliğini neden Avrupalıların ele geçirdiği “turnuva modeli” ile açıklanıyor. Son olarak da turnuva modelinde oluşan şartların neden dünyanın başka bir yerinde değil de Batı Avrupa’da ortaya çıktığı, Batı Avrupa’nın ve dünyanın geri kalanının siyasi tarihi karşılaştırılarak inceleniyor.

Kitap daha çok bir doktora tezi havasında hazırlanmış. Dikkat çekecek misaller ve edebi bir anlatım olmadığı için, kitabı okutan, sorulan sorunun ve dolayısıyla merakın derinliği oluyor. Avrupa’daki siyasi ve içtimai şartların Avrupa’nın yükselişine nasıl müsbet tesir ettiği kendi dinamikleri içerisinde güzel açıklanıyor. Bugüne kadar ortaya konulan tezlerin doğru fakat yetersiz olduğu da ikna edici delillerle ortaya koyuluyor.

Turnuva Modeli

Hoffman Avrupa’nın barut teknolojisindeki liderliğini “turnuva modeli” olarak adlandırdığı teoriyle açıklamakta. Bu modele göre; Avrupa’nın diğer ülkelerin ulaşamadığı silah teknolojisine ulaşması için dört şartın aynı anda sağlanıyor olması gerekiyordu: Sürekli savaş hâli, yüksek savaş harcamaları, barutlu silahların yoğun kullanımı ve askeri yenilikleri kolay edinme.

Sürekli Savaş Hâli: Machiavelli bir Avrupa hükümdarının yapması gerekeni basitçe özetlemişti: “Savaşmaktan başka amaç, düşünce ve meslekleri olmamalıydı.” Yeniçağ Batı Avrupası, idarecileri kıymetli bir mükafat için harbeden; düşük ve benzer siyasi maliyetlerle (soyluların desteğiyle) kaynak seferber edebilen mütevazı boyutlarda devletlere bölünmüştü. Avrupa içinde diğer güçlü hükümdarları korkutup etkisiz hâle getirebilecek, Doğu Asya’daki Çin imparatorlarına benzer bir güç yoktu. Savaşın sonunda tahtını kaybetmek dünyanın geri kalanına göre daha az görülen bir şeydi. Coğrafi yakınlık da savaşları kolaylaştırıyordu. Şan şeref arayışı ve din düşmanlarını yenme arzusu anlaşmazlıkların barışçıl çözümünü engelledi ve savaşların sürekliliğini sağladı. Galileo’nun tabiriyle savaş kraliyet sporu hâline gelmişti.

Yüksek Savaş Harcamaları: Sık savaş olması turnuva modeli için tek başına yeterli değildir. Ülke gelirleri büyük oranda savaşa harcanmalıdır. Ayrıca hükümdarların savaş açmak için katlanacakları siyasi maliyetler düşük ve rakibiyle benzer olmalıdır. Avrupada bu şartların hepsi mevcuttu. Batı Avrupa devletleri savaşlara muazzam meblağlar harcadılar. Sayılarla konuşursak 18.yüzyılda savaşa harcanan meblağ Fransa’da GSYH’nin %7’sinden fazla İngiltere’de ise %12’ydi ve bu rakam Çin’in iki katıydı.

Gelirin büyük bölümünün savaşa yönlendirilmesi kadar vergi gelirinin fazla olması da önemliydi. 18. yüzyılda Osmanlı’nın topladığı vergi miktarı ana düşmanlarından biri olan Avusturya’nın topladıklarından daha azdı ve Fransa, İngiltere veya İspanya’nın topladıklarından ise çok daha azdı (Burada kastedilen toplam vergi miktarı olmakla birlikte kişi başına toplanan vergi miktarı da Osmanlı’da çok daha azdı).

Barutlu Silahların Yoğun Kullanımı: Barut Çin’de 9. yüzyılda yani Avrupa’dan dört yüzyıl önce keşfedilmişti. Çin’de ilkel barutlu silahlarla uzun bir deneme dönemi, on üçüncü yüzyılın sonlarında ilk ateşli silahları doğurdu. Bu esnada Avrupalılar hem karada hem de deniz araçlarında barutlu silahların kullanımı konusunda hayli geri kaldılar. Ancak barut savaşı 15. yüzyıl ortalarında Çin’de bitmeye yüz tuttuktan sonra, Avrupalılar liderliği ele geçirdi. Peki Çinliler neden barut kullanımını terk ettiler? Çünkü düşmanları çoğunlukla barutla savaşmaya uygun değillerdi. Aynı şekilde Osmanlılar da barutu nispeten az kullanıyorlardı. Osmanlılar süvarilere yoğunlaşmıştı çünkü çatışmalarının çoğu sınır çarpışmaları ve akıncılık içeriyordu. Yine hem Osmanlılar hem Ruslar yaparak öğrenme yoluyla gelişim için sınırlı potansiyeli olan ikinci birçok eski teknolojiye kaynak akıtmak zorundaydı: Akdeniz, Karadeniz ve Baltık Denizi’ne çok uygun olan kadırga savaşı. Neticede Osmanlılar ve Ruslar barutlu silahları da kullanmalarına rağmen kaynaklarını eski teknolojilere yatırmaya devam ettiler.

Askeri Yenilikleri Kolay Edinme: Avrupa’da siyasi yaptırım uygulamak zor olduğu için, ambargolar en son silah, beceri ve taktik buluşların yayılmalarına engel olamazdı. Yayılmanın önündeki en büyük engel siyasi değil, coğrafiydi. Fakat, Batı Avrupa devletleri bu engeli bertaraf edebilecek kadar birbirine yakındılar. Ayrıca Avrupa’da sivillerin silah edinmesi kolay ve yaygındı. Devletin tahakküm kabiliyetinin nispeten sınırlı olması özel sektörün-soyluların askeri yenilikler yapmasının yolunu açmıştı. Netice olarak askeri buluşlar Batı Avrupa’da daha kolay ve hızlı yayıldı.

Avrupa Siyasi Tarihinin Getirdikleri

Kitap, Avrupa siyasi tarihini inceleyip dünyanın geri kalanıyla kıyaslayarak Avrupa’yı farklılaştıran sebepleri de ayrıca irdeliyor. Avrupa’nın dünyanın geri kalanından farklı olan siyasi ve içtimai yapısı şüphesiz liderliğe giden yolda önemli bir rol oynamıştı. Eğer bazı temel değişkenler farklı olsaydı dünyaya hükmeden belki de Avrupa değil başka bir güç olacaktı.

Öncelikle Roma İmparatorluğu’nun dağılışından itibaren Avrupa siyasi haritası ufak devletlere bölünmüş bir görünümdeydi. Asya’daki Çin ve Osmanlı gibi büyük imparatorlukların aksine Avrupa birbirine hemen hemen denk, karşılıklı uzun vadeli üstünlük kuramayan devletlerden oluşmuştu. Kesin hakimin belli olmadığı bu dönemde tamamen şan, nam, din gibi motivasyonlarla savaşan gruplar da yaygındı. Bu grupların varlığı kralların savaş kararı almasını da kolaylaştırıyordu.

Avrupa devletleri Doğu devletleri kadar güçlü, tebaalarına hakim devletler değillerdi. Avrupa’da soylular askeri güce sahip olabiliyor kendi başlarına keşiflere çıkabiliyorlardı. Bu aynı zamanda askeri güce sahip olan özel girişimlerin devlete de isyan edebilmesi gibi bir risk içeriyordu. Fakat diğer yandan bu durum özel sektörün ateşli silah sanayinde gelişmesi ve bunu kendi ticari çıkarları(sömürgecilik faaliyetleri gibi) için kullanabilmesinin de önünü açtı.

Yıkıcı İnovasyon

Yazıyı hazırlarken Clayton Christensen’in yıkıcı inovasyon teorisi aklıma geldi ve bahsetmeden geçmek istemedim. Yıkıcı inovasyon piyasaya hâkim olan bir şirkete nazaran çok daha ufak bir şirketin, yapılan işi daha farklı bir metodla yaparak bir anda büyük şirketi zora sokması şeklinde özetlenebilir. Wikipedia’nın Anabritannica ansiklopedilerin yerini alması veyahut bir zamanların lider fotoğraf filmi imalatçısı Kodak’ın batması yıkıcı inovasyon mefhumunu özetleyen dramatik misallerden.

Devletler için yıkıcı inovasyonlar çoğu zaman savaş teknolojileri içerisinden çıkmıştır. Timur’un savaşlarda fil kullanmasından barut çağına gelinceye kadar bu hep böyle oldu. Günümüzün dünya hakimi ABD’nin savunma sanayine müthiş bütçeler ayırması, fizibil olsun olmasın birçok projeyi aynı anda fonlaması tabi ki bu bilginin neticesi.

Hâtime

Batı’nın dünya liderliği, ülkemizde ciddi bir kesimin aşağılık kompleksiyle bir batı taklitçiliğine girişmesine neden oluyor. Batı’nın kalkınmasından alacağımız dersleri sağlıklı bir şekilde alabilmek için şu soru sorulmalı; peki Batı bu liderliği nasıl elde etti? Bu sorunun cevabını ders kitaplarımızdan aydınlanma, rönesans, reform, dinin terki, coğrafi keşifler vb. olarak öğrendik. Hoffman ise barut teorisi ile ezberlerimizi bozuyor. Binaenaleyh Batıcılığın tartışılmaz bir dogma olduğu ülkemizde, mezkur eserin bu konuların meraklılarınca okunmasında fayda var.

Yazının başlığına uygun değil belki ama yazıyı okurken sürekli içinizden geçen o soruyu da soralım; Osmanlı neden geri kaldı? Cevabı tek bir sebebe indirgemek zor tabi. Ama birçok sebep arasından tesirinin en çok olduğuna ikna olduğum; tımar sisteminin ihtiyatsızca terki. Bu değişikliğin hem ekonomik hem askeri hem de siyasi neticeleri bakımından devlete kötü neticeleri oldu. Bu konuyla ilgili de ayrıca bir yazı kaleme alacağız.

Bünyamin Ekmen

Bünyamin Ekmen

Makina mühendisi, müteşebbis. Kelambaz mecrasının imtiyaz sahibi.

Okumayı ve paylaşmayı sever. Burada olmaktan dolayı çok mutlu.

1 comment

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

Bizi Takip Et!